3 Eylül 2007 Pazartesi

Akıntıburnu'ndan akıp geçen zaman...

Sabah erken Paşabahçe vapuruyla Büyükada’dan şehre doğru yol alırken Ruşen Eşref Ünaydın’ın Boğaziçi akıntısına dair bir yazısını okuyoruz:

Kendi tarifesine göre değil, gönlümün istediğine göre giden gemimle ta Yenimahalle’den akıntı ardına düşerdim. Onunla birlikte ortalardan koşardık. Akıntı, anaforlarla çatıştıkça ayna dedikleri o iri, fakat dönücü düzlükler ve çağıltılı hoplayışlar arasında kendini Kireç
burnu’nda, Tarabya, Yeniköy Burunları’ndan belli ede ede Tokmakburnu’na çarpardı. Dönüp Anadolu yakasında Çubuklu Burnu’na geçerdi. Orada ona 'çakal' derlerdi. Fakat orada da dinlenmezdi; Rumelihisarı’na çevrilir, 'şeytan' adı alırdı. Yalıların rıhtımlarını döğe döğe buradan da kaçardı, gene karşı tarafa, Kandilli Burnu’na... Ondan da dirsek yiyince, büsbütün hızlanır, Arnavutköy Burnu’na öfkeyle varırdı. Rıhtım kenarlarında, görünmez birer ağır çuval taşır gibi
eğilmiş yedekçi omuzlarına bin eziyet çektirerek; yukarı aşacak gemileri geri geri iter gibi yavaşlatarak o azgınlıkla tekrar Anadolu yakasına atılırdı. Çengelköyü Burnu’nda bir daha hırçınlaşınca ona 'maskara' derlerdi. O, burada da durmaz; Beylerbeyi ve Üsküdar önünden Sarayburnu’na akar. Güneşli Marmara’da gözden kaçardı...

Hey başını kayadan kayaya çarpa çarpa engine can atan sular! Gözlerimle gördüğüm, ellerimle tutamadığım günlerim mi idiniz
ki geçer giderdiniz!

Böylelikle günün evvelden belirlenmiş akışını bir kenara
bırakarak Kabataş’tan bir boğaz otobüsüne binip soluğu Kireçburnu’nda alıyoruz. Boğaz’ın, Karadeniz girişinden başlayıp Marmara’ya doğru Rumeli kıyısı boyunca yürüyerek akıntının ardına düşüp sırasıyla Tarabya, Yeniköy, İstinye, Emirgân, Boyacıköy, Baltalimanı, Rumelihisarı, Bebek semtlerini geçerek Arnavutköy Akıntıburnu’na varıyoruz.

Boğaz’ın o hırçın akıntısı, anaforlarla çatıştıkça, hakikaten denizin üzerinde dönen ayna misali geniş düzlükler oluşuyor. İşte bu aynalarda, evvel zaman suretleri bir görünüyor, bir kayboluyor... Akıntının uğultusu içinde sesleri duyuluyor ve sonra boğuluyor... Bir an geliyor denizin üzeri dönüp duran aynalarda bir görünüp bir kaybolan siluetlerle doluyor: Io, Rheia, Iason, Polibios, Aziz Mikhael,Byzantionlu
Dionysios, Prokopios, Promotus derken Sultan II. Beyazıd, Yeniçeri ağası Hasan Halife, Sultan III. Selim, Beyhan Sultan, Halil Hamid Paşa, Sadrâzam İzzet Mehmed Paşa, Sultan II. Mahmud, Mihrimah Sultan, Mehmed Said Paşa, Atiyye Sultan, Ahmed Fethi Paşa, Seniyye ve Feride Hanım Sultanlar derken İbrahim Âli Bey, Recep Zühtü Soyak, Medeniye Aşan, Özdemir Birsel, Belgin Doruk, Cahit Uçuk, Murtaza Sadık Kağıtçı ve daha niceleri gün geliyor Akıntıburnu’ndan gelip geçiyor...

Arnavutköy ile Bebek arasından, Akıntıburnu’ndan akıp da geçen zamanın sesine kulak verelim... Gelin bu aynalardan yansıyan evvel zaman suretlerini ve akıntının çağıltılı hoplayışları arasından duyulan hikâyelerini birlikte dinleyelim...





***

Akıntıburnu'ndan akıp geçen zaman...


Hestiai'dan Akıntıburnu'na...

MÖ 140’da Hestiai adıyla anılan Akıntıburnu’nda Tanrıların Anası adına adanmış bir tapınak vardı. MS 389 yılında Konsül Promotos’un villasının bulunduğu bu yerler konsülün adına atfen Promotu olarak anılmaktaydı.

4.yy’da Konstantinopolis’in kurucusu I. Constantin tarafından yaptırılan Ayios Mikhael Kilisesi, 6.yy’da İmparator Iustinianos tarafından yeni baştan yaptırılmış; 12.yy’da ise İsaakhios Angelos tarafından onartılmıştı. Vaktiyle Hestiai, Promotu, Mega Rheuma (Büyük Akıntı), Mikhaelion adlarıyla anıla gelen Akıntıburnu hakkında Osmanlı kaynaklarında 1498 yılına ait ilk kayda, sözkonusu kilisenin adandığı Baş Melek Mikhael’e atfen "ruh-ı latif" yani "bedensiz" anlamındaki Asomaton adıyla rastlıyoruz.

Hasan Halife...

Sultan II. Selim (slt. 1566-1574), 1567 tarihli bir fermanla Arnavutköy-Bebek sahil şeridinin gerisindeki yamaçları çevreleyen ve mülkiyetinde olan bu ormanlarda avlanma yasağı koymuştu. 1620-1631 yılları arasında Sultan IV. Murad (slt. 1623-1640) tarafından Yeniçeri ağası Hasan Halife’ye ihsan olunan bu yerler, 1631 yılında Hasan Halife’nin bir isyan sırasında katledilmesinin ardından Sultan IV. Mehmed (slt. 1648-1687) zamanında miriye geçti.

Sultan III. Ahmed’in (slt. 1703-1730) saltanatında 1724/25 tarihinde Hasan Halife Bahçesi’nden Kayalar Köyü’ne kadar kıyı boyunca ve arka tepelerdeki hazine arazisi Sadrâzam Nevşehirli Damad İbrahim Paşa tarafından parsellenerek isteyenlere satıldı.

İzzetâbâd Kasrı...

Sultan III. Selim’in ihsanıyla bu parsellerden birinin sahibi olan Sadrâzam İzzet Mehmed Paşa, sahilhânesinin üst setinde yer alan arazi içinde padişaha mahsus olarak inşa ettirdiği bîniş (seyir) kasrına, Sultan III. Selim’in (slt. 1789-1807) hangi gün teşrif edeceğini Silahdâr Ağa’ya yazdığı bir mektup ile sormuştu.

"Padişah’ın Silahdârı ağa hazretlerine
Padişahımızın ihsanıyla sahip olduğum Hasan Kalfa isimli yerde olan sahilhâneyi gezmek için ilkin vardığımda bahçesi arkasında olan yeri de görüp gezerek sözkonusu yer, manzaralı ve etrafa bakışı güzel bir yer olduğundan padişahımız efendimiz hazretlerinin bazen bîniş yoluyla teşrifleri için bir kasır yapılsa belki teşrife arzu buyururlar düşüncesiyle adı geçen yeri düzleştirip ve bir güzelce plan ve yapı ile bir kasır yapılmasına başlanmıştı. Şimdi adı geçen kasır tamamıyla sona ermiş olup zannıma göre ferahlık veren bir gezinti, seyir yeri olmakla bîniş günlerinin birinde adı geçen kasrı teşrifleri yürekten emelimiz olup bu isteğimi bizzat arz etmek padişahımızın başını ağrıtır düşüncesiyle bu konuya şahsınızı vekil eylediğime dayanarak ricamızı padişah efendimize layık ve uygun ifadelerle açıklayıp arz ederek hangi gün teşrif buyurulacağını tarafımıza yazıyla haber vermenizi rica ederim."

Gelen yazılı cevapta 7 Eylül günü Sultan III. Selim’in bîniş (seyir) yoluyla İzzetâbâd Kasrı’na teşrif buyuracakları bildirilmişti. Böylelikle Sadrâzam İzzet Mehmed Paşa, üç dört gün evvelinden ziyafet hazırlıklarını başlatmıştı.

Böylelikle ilk kez 7 Eylül 1797 (15 Rebiyülevvel 1212) Perşembe günü Akıntıburnu’nda Hasan Kalfa adıyla anılan yerde bulunan Sadrâzam İzzet Mehmed Paşa’nın sahilhânesinin üst setindeki bu düzlükte inşa ettirdiği kasrı ziyarete gelen Sultan III. Selim Han, evvela Sadrâzam’ın sahilhânesine şeref verip bir süre istirahat ettikten sonra ata binerek Sadrâzam’ın Hazînedâr ve Mührdâr ağalarının birer yanında buhurdan çekmek suretiyle refakatleriyle yukarıdaki İzzetâbâd Kasrı’na çıkmış; Sadrâzam, burada üzengisini bizzat tuttuğu alâ donanmış bir at ve de kıymetli bir bohçayla mücevherli bir saati Hazînedârı Ali Bey eliyle Sultan III. Selim’e takdim etmişti. Vâlide Sultan için doldurulmuş pek kıymetli bir bohça da huzura getirilerek arzedip gösterilmiş; maiyette bulunan Dârüssaâde ağasına ve Silahdâr ağaya ve başka Enderûn-u Hümâyûn ağalarına da başka başka bohçalar içinde İzzet Mehmed Paşa tarafından pek kıymetli hediyeler takdim olunmuştu. Padişah da Sadrâzamı’na samur bir kürk giydirip adamlarına da bahşişler ihsan etmişti. Dağıtılacak bohça ve bahşişler, Silahdâr ağa tarafından bölüştürülüp dağıtıldıktan sonra kasrın eteğindeki meydanda testilere kurşun atılıp, pehlivan güreştirilerek mûsikî fasıllarıyla eğlenilmiş; yemekten sonra ise ikindi namazı kılınıp yağmurlu bir havada denizden Beşiktaş Sahilsarayı’na dönülmüştü.

Sultan III. Selim, hemen ertesi günü sadrâzamını taltif etmek üzere yazdığı hatt-ı hümâyûnda şöyle buyurmaktaydı: “Benim sadık ve iyi yaradılışlı vezîrim, müceddeden bina ve ihya eylediğin nüzhetgâh gayet müferrih ve mahallinde olduğundan haz eyledim. Dünkü gün bînişle varıp teferrüc ve sefa eyledim. Takdim eylediğin hedayadan mahzuz oldum. Doğrusu tam mahallinde nezareti hoş mesire olmuş. Haktaâla safayı hâtır verip sair hidematı devletimde dahi nice nice mahânisine muvaffak eylesin âmin.”

Beyhan Sultan Sahilsarayı...

27 Mayıs 1798 günü Arnavutköy’de çıkan yangın hemen hemen bütün Arnavutköy semtinin ve Akıntıburnu’nu aşarak Beyhan Sultan Sahilsarayı ile birlikte hemen üst setinde yer alan İzzetâbâd Kasrı’nın da yanmasına neden olmuştu.

Kısa bir süre içinde Sadrâzam İzzet Mehmed Paşa tarafından yeniden inşaasına başlanılan kasrın inşaatının tamamlanması üzerine 19 Ağustos 1798’de Sultan III. Selim tarafından ziyaret edilen İzzetâbâd Kasrı, Sultan III. Selim ve sonraları Sultan II. Mahmud (slt. 1808-1839) tarafından da teşrif-i hümâyûn için pek çok defalar kullanıldı. 30 Ağustos 1798 günü sadrâzamlıktan azledilerek Sakız’a sürülen İzzet Mehmed Paşa ise sürgünün çevrildiği Manisa’da 18 Eylül 1812 tarihinde vefat etti.


Mihrimah Sultan ve Mehmed Said Paşa...

İzzetâbâd Kasrı’nın sahilinde 1800-1804 tarihleri arasında Mimarbaşı Mustafa ve Şehremini Hayrullah Efendi tarafından inşası bitirilen ve yine Beyhan Sultan’ın ikâmetine tahsis olunan Arnavutköy Akıntıburnu Sarayı, 1836 yılında Sultan II. Mahmud’un kızı Mihrimah Sultan ile eşi Mehmed Said Paşa’ya tahsis edilmişti.

Atiyye Sultan ve Ahmed Fethi Paşa...

Sultan Abdülmecid (slt. 1839-1861) devrinde 1840’larda yıktırılarak yerine yine sahilsaray olarak inşa edilen Çiftesaraylar, bu defa da Sultan II. Mahmud’un kızlarından Atiyye Sultan ile eşi Ahmed Fethi Paşa’ya tahsis olunmuştu. 11 Ağustos 1850 günü Atiyye Sultan’ın vefatı üzerine kızları Seniyye ve Feride Hanım Sultanlar ilkin Emirgân’daki Fer’iyye Sarayı’na, bu sahilsarayın Sultan Abdülaziz tarafından Mısır Hıdivi İsmail Paşa’ya tahsis olunmasıyla buradan çıkarak Meclis-i Vâlâ reislerinden Rıfat Paşa Yalısı’na geçmişlerdi. Bu sırada Çiftesaraylar, devlet misafirlerine mahsus bir saray olarak kullanıldı. 1865 yılında Mısır Hıdivi’nin validesi Hoşyar Hanımefendi burada doksan altı gün konuk edildi. Bir süre de Mahmud Paşa’nın ikâmetine tahsis olunan Çiftesaraylar, sonra tekrar Seniyye ve Feride Hanım Sultanlar’a iade edildi.

Seniyye ve Feride Hanım Sultanlar...

Çiftesaraylar’ın üst setindeki İzzetâbâd Kasrı’nın yerine 1890’ların sonuna doğru inşa edilen ikiz köşkler de Seniyye ve Feride Hanım Sultanlar’a tahsis olunmuştu. Seniyye Hanım Sultan’ın 16 Ocak 1913, Feride Hanım Sultan’ın ise 15 Kasım 1920 tarihlerinde vefatlarının ardından sahilsaray ile yukarısındaki sette yer alan köşkler, 1 Aralık 1920 tarihinde Mülga Hazine-i Hassa Müdiriyeti Umumiyesi’ne geçti. 15 Temmuz 1922 günü Paris’ten Dersaadet’e gelen eski İran Şahı Mehmed Ali Han, bir müddet bu sahilsarayda konuk edildi. Hükümet-i Milliye tarafından 1923 yılında Çiftesaraylar, Hermann Tütün Deposu’na, üst setteki ikiz köşklerin birleştirilmesiyle oluşan 7 numaralı büyük ahşap köşkün bahçe duvarına bitişik olan ahşap hâne ise Mehmed Bey’e kiralandı.

15 Eylül 1925 tarihinde Seniyye ve Feride Hanım Sultanlar kaydından ayrılan 7 numaralı ahşap köşk, 22 Aralık 1925’te Emlak-ı Milliye, 27 Şubat 1926 tarihinde Hazîne-i Maliye, nihayet 2 Ağustos 1927’de ise Emlak ve Eytam Bankası’na devredildi. 1929 yılında köşkte kiracı olarak avukat İbrahim Âli Bey oturmaktaydı.

(Feyziâti) Boğaziçi Lisesi...

14 Haziran 1931 tarihinde yarı hissesi Fethi Paşa veresesinden Evkaf Umum Müdürlüğü’ne geçen ve 8070 lira bedelle Divanyolu’ndaki binası yanan Feyziâti Lisesi’ne kiralanan Çiftesaraylar’ın, beş senede beş eşit taksitle kendisine satılmasını talep eden, aynı zamanda hissedarlardan hisse satın almak suretiyle hissedarlar arasına girmiş bulunan Kudret Azmi Bey’e mülkün vakfa ait yarı hissesinin de teklif ettiği 66.000 lira bedelle verilmesine Hükümet-i Milliye tarafından Mustafa Kemal imzalı bir yazıyla karar verildi. Bu tarihten sonra Boğaziçi Lisesi adını alan ve pek çok öğrenci yetiştiren lisenin kapanmasının ardından yeniden tütün deposu olarak kullanılmaya başlanan Çiftesaraylar, Adnan Menderes’in başbakanlığı sırasında Boğaziçi yollarının genişletilmesi planı uyarınca 1958 yılında yıktırıldı!

Recep Zühtü Soyak...

Çiftesaraylar’ın bir üst setinde yer alan köşkü ise 18 Temmuz 1934 günü Atatürk’ün yakın çevresinden Recep Zühtü Soyak, Emlak ve Eytam Bankası'ndan sekiz taksitle toplam 22.800 liraya satın almıştı. 10 Şubat 1935 gecesi on yıldır birlikte yaşadığı sevgilisi Medeniye Hanım’ı vuran Recep Zühtü Bey, 12 Şubat günü Medeniye Hanım'ın Fransız Pasteur Hastahanesi'nde vefatı sonrasında, Medeniye Hanım’la birlikte oturmak hayaliyle aldığı bu köşkte bir süre kalamayarak köşkü annesi Fatma Hanım, babası Hasan Basri Bey ile kız kardeşi Nikbahat Hanım ve yeğeni Nezihe (Uzmay) Hanım’a tahsis etti. Nezihe Uzmay ile Demirtaş Draman'ın dillere destan aşklarına sahne olan bu köşkte 23 Nisan 1941 günü nişan törenleri yapıldı. 25 Aralık 1963 tarihinde Recep Zühtü Bey’in, bakma akdiyle eşi Nahide Soyak’a devrettiği köşk, 22 Ocak 1964 günü Özdemir Birsel ve ağabeyi Nüzhet Birsel’e satıldı.

Belgin Doruk ile Özdemir Birsel...

Birsellerin yaz aylarında oturdukları köşk, aynı zamanda başta Özdemir Birsel’in eşi Belgin Doruk olmak üzere bir çok sanatçıya ve de filme ev sahipliği yaptı: İlk Göz Ağrısı (1963), Sevgilim Artist Olunca (1966), Ben Bir Kanun Kaçağıyım (1966), Zorba (1966), Yıkılan Gurur (1967), Atlı Karınca Dönüyor (1968), İncili Çavuş (1968), Kanlı Nigâr (1968), Kâtip / Üsküdar'a Giderken (1968), Menderes Köprüsü (1968), Paydos (1968), Ayşecik/ Yuva'nın Bekçileri (1969), Şahane İntikam (1969), Gönüller Fatihi Yunus Emre (1973), Yunus Emre (1973).


Cahit Uçuk ile Murtaza Sadık Kağıtçı...

Ece Ajandaları’nın sahibi Murtaza Sadık Kağıtçı, 1 Ekim 1968’de satın aldığı köşkü, 1975 yılında yıktırarak yerine Vezir Sitesi’ni inşa etmek istese de değişen Boğaziçi İmar Yasası buna izin vermedi.







H. Bayraktar Yatırım Holding...

1 Ağustos 1989 tarihinde köşkün arsasını satın alan Hüseyin Bayraktar, 1992 yılında bu yeri Laskay Lastik Sanayi A.Ş. üzerine devredip köşk öncesi İzzetâbâd Kasrı’nı yeniden inşa ederek H. Bayraktar Yatırım Holding’in merkezi haline getirdi…


***

İzzetâbâd Kasrı’nı İstanbul’un siluetine yeniden kazandıran H. Bayraktar Yatırım Holding A.Ş.'nin, Akıntıburnu sırtında saat gibi çalışırken bir akıntı aynası açılıyor Akıntıburnu sahilinde aniden... İzzet Mehmed Paşa’nın 1797’de, İzzetâbâd Kasrı ile aynı tarihte, bu defa Safranbolu’da yaptırmış olduğu saat kulesinin 1965’ten bu yana bakım ve onarım işini gönüllü olarak üstlenen kundura ustası İsmail Ulukaya, yine bu pazar günü elinde saatin orjinal anahtarı ağır ağır çıkıyor kulenin merdivenlerinden... Geçen zamanın sesi yankılanıyor çok uzaklardan, “Akıntıburnu’ndan akıp geçen zaman...”ın tüm anlarının anısına...

2 Eylül 2007 Pazar

Kamondo Han'da zaman...





Emine Çiğdem Tugay-Mehmet Selim Tugay, Kamondo Han, İstanbul (2007), 276 sayfa, 21x31cm.
ISBN 978-975-01704 -0-9 Bez ciltli,
ISBN 978-975-01704 -1-6 Karton kapaklı.

“Dünyanın evi” anlamına gelen Ca’mondo adını taşıyan Venedik kökenli musevi aile vaktiyle Osmanlı’da emsalsiz bir emlâk imparatorluğu kurmuştu. İstanbul, Galata ve Péra’da hanlar, apartmanlar, dükkânlar, Boğaz’da yalılar, Çamlıca’da bağ, Çorlu’da çiftlik, Narlı’da zeytinlik, Hasköy’de okul, Beykoz’da fabrika, Alcazar D’Amerique tiyatrosu, İstanbul’un çeşitli semtlerindekiler yanı sıra Bulgaristan’daki arsalar vesaire derken Henri Cartier-Bresson’un bir fotoğrafına da konu olan o pek meşhur merdivenler…

18. yüzyıldan itibaren İstanbul'daki ticaret hayatında aktif bir rol oynayan Camondo Ailesi mensuplarından Isaac ve Abraham Salomon Camondo (1780/85-1873) kardeşler tarafından 1802’de kurulan Isaac Camondo & Cie. (Isaac Camondo ve Şürekâsı) adlı banka, kısa bir süre içinde baş döndürücü bir hızla büyüyerek dönemin itibarlı uluslararası finans kuruluşlarından biri olmuştu. 5 Eylül 1832’de ağabeyi Isaac Camondo'nun vebadan vefatıyla kendisine miras kalan 25 milyon dolar tutarında bir servetin sahibi olarak şirketin başına geçen Abraham Salomon Camondo, I. Camondo ve Şürekâsı şirketinin dümenini eline alarak otuz sene boyunca bu yetkiyi kimseyle paylaşmadan şirkete muhteşem bir atılım yaşatmıştı. Yabancı uyruklu olması nedeniyle sahibi bulunduğu banka, verilen borca karşı teminat olarak ipotek konulan gayrimenkullere, borçlular taahhütlerini yerine getiremedikleri zaman doğrudan sahip olamadığından, padişah iradesiyle Abraham Salomon Camondo'ya "başkalarına emsal teşkil etmemek kaydıyla" gayrimenkul edinme hakkı verilmişti.

İstiklâl Caddesi'nde Tünel'e doğru yürürken İsveç Konsolosluğu'nun yanından Şahkulu Bostan Yokuşu'ndan Serdar-ı Ekrem Sokağı'na (eski adıyla Yazıcı Sokak), oradan sağa dönüp Galata Kulesi'ne doğru giderken sol kolda Doğan Apartmanı'ndan biraz sonra gelen Kamondo Han (Yazıcı Apartmanı) da bu binalardan biriydi yalnızca… Bir tarafı Braunstein Apartmanı ve bir tarafı Doktor Kastro Apartmanı ve bir tarafı Camondo’nun haneleri ve dördüncü tarafı Yazıcı Sokağı… 1861-1868 yılları arasında bir tarihte Neoklasik üslupta simetrik bir plan şemasıyla inşa edilen Kamondo Han’ın mimarı kesin olarak bilinmiyor. Bina, 1881’den evvel olasılıkla 1870-76 yılları arasında bir tarihte Mimar Stampa tarafından, keşif değeri 3500 lirayı geçmediği halde, 7000 lira maliyetle daireli hale getirilmişti. 1889-1921 yılları arasında Kamondo Han’da oturduğunu bildiğimiz mimar Gabriel Tedeschi ise 1892/93 yılında Kamondo Han’ın Hoca Ali Sokağı’na (günümüzde Tatarbeyi Sokağı) bakan cephesinin hemen önündeki iki bloktan oluşan No: 23, 25, 27, 29 numaralı dört evi Kont Moïse de Camondo’nun onayıyla apartman dairelerine çevirerek kiraya verilmesini sağlamıştı. Camondo Ailesi’nin sahibi olduğu gayrimenkullerden, Société Civile des Immeblues Camondo’ya kayıtlı Yazıcı Sokağı No: 42 Péra adresindeki Kamondo Han’ın tarih sayfaları arasından gün ışığına çıkan ilk mukimi olan John Laffan Hanly’nin sahibi olduğu The Levant Times and Shipping Gazette’in bürosundan, Kamondo Han’ı en son terkeden Bay Shu Hung Ting’e değin tüm kiracıları ve de hikâyeleri… Sultan’ın diş hekimi Hantz von der Heyde, Abidin Dino bunlardan yalnızca ikisi…

Emine Çiğdem Tugay ve Mehmet Selim Tugay tarafından kaleme alınan Kamondo Han adlı kitap, çok sayıda bilgi-belge, fotoğraf ve tanıklığın eşlik ettiği Galata, Camondo Ailesi, Kamondo Han, Evvel Zaman İçinde Kamondo Han Mukimleri, 1888 Yılında Camondo Ailesi’nin İstanbul’daki Gayrimenkullerine İlişkin Not Defteri başlıklı bölümlerinden oluşuyor. Velhasılı Kamondo Han, şahidi olduğu tarihi ve de mukimlerini anlatıyor…

***

Emine Çiğdem Tugay-Mehmet Selim Tugay, Kamondo Han, İstanbul (2007)101-103:

[...]

III

KAMONDO HAN

1995 senesi Haziran'ın 9'u... İstiklâl Caddesi'nde Tünel'e doğru yürürken İsveç Konsolosluğu'nun hemen yanından, Şahkulu Bostan Yokuşu'ndan Serdar-ı Ekrem Sokağı'na inip sağa döndüğümüzde, Galata Kulesi'ne doğru sol kolda, Doğan Apartmanı'ndan biraz sonra Kamondo Han'ın ahşap yıkım perdesi üzerinde açılan "Kamondo Han Tarafımdan Korumaya Alınmıştır. İstanbul." sergisini geziyoruz, derken ses provaları duyuluyor biraz ileriden. Kamondo Han'ın kapısında kalın demir bir zincir ve üzerindeki kilidi dolayısıyla yıllarca adımlanmış olan mermer koridoru Tatarbeyi Sokağı'na geçit vermiyor bu defa.

Müziğin sesini takip ederek Hoca Ali Sokağı'ndan inip ilk sağdaki Tatarbeyi Sokağı'na girdiğimizde vaktiyle Mösyö Camondo'nun evlerinin bulunduğu arsanın üst setinde, Kamondo Han'ın aydınlatılmış o görkemli cephesinin hemen önünde sahne alan ZeN Grubu'yla karşılaşıyoruz. 4. Galata Şenliği programında ZeN'in adını gören soluğu Kamondo Han'da alıyor! Havanın kararmaya başlamasıyla birlikte konser de başlıyor. "Kamondo Han Tarafımdan Korumaya Alınmıştır!" diyor grubun solisti Murat Ertel, aynı anda Kamondo Han'ın tarihine dair pek çok görüntü civar binaların kör cephelerine yansıyor. 18. ve 19. yüzyılların şahidi Kamondo Han, sahiplerinin mülkiyet haklarını "değerleri yok etme hakkı" olarak kullanmak istemelerine inat, 20. yy'ı da görebilmek umuduyla olanca gücüyle yıkıma direniyor. Derken Doğan Kamuran ve Saz Heyeti'nin sahne almasıyla Roman Gecesi başlıyor tüm coşkusuyla, darbukanın sesini duyan civar hanelerin sakinleri Kamondo Han'a akın ediyorlar adeta. Mahallenin gençlerinden oluşan "Sürpürüz Roma Grubu" bir Roman düğününü canlandırıyor renkli ve kıvrak danslarıyla. 1984 yılında yıktırılan, vaktiyle Mösyö Camondo'nun evleri olan Kamondo-Hoca Ali Han'ın arsası üzerinde, Kamondo Han'ın kucağında zamanın yitip gittiği o tılsımlı gecede, hani sanki metruk Han'ın karanlık pencerelerinden bakan evvel zaman mukimleri de "Kamondo Han Tarafımdan Korumaya Alınmıştır!" diye seslenerek katılıyorlar bu eyleme. Velhasıl Galata'nın tarihi mimari dokusunun yıkılamaz anıtlarından biri olan Kamondo Han, komşusu Hüseyin Katırcıoğlu'nun sesinden dile geliyor aniden ve şahidi olduğu tarihi anlatmaya başlıyor daha fazla zaman kaybetmeden: "Ben... Kamondo Han, yaşadım..."

[...]


***


Kitabevlerinde satışa sunulan Kamondo Han kitabı, dağıtımcısı İlke Basın Yayın'dan da temin edilebilir...

http://www.dr.com.tr/Product.aspx?pid=0000000294905

http://www.ilkekitap.com/pinfo.asp?pid=9369

Muhsinzâde Yalısı'nda zaman...

18. yüzyılda Muhsinzâde Mehmed Paşa tarafından Boğaziçi’nde Kuruçeşme semtinde yaptırılan Muhsinzâde Yalısı, Les Ottomans Oteli olarak yeniden Boğaz’ın sularına yansıyor...

Zenginliğiyle meşhur Halepli tacir Muhsin Çelebi’nin (1610?-1671) ailesi yüzyıllar boyunca Muhsinzâdeler olarak anıla gelmiştir. Sultan I. Mahmud (slt. 1730-1754) devrinde sadrazamlık görevine değin yükselen Muhsin Çelebi’nin küçük oğlu Abdullah Paşa (1659-1749), Çorlulu Ali Paşa’nın kızıyla evlenmiş ve oğulları Muhsinzâde Mehmed Paşa (1706-1774) da birçok devlet görevinde bulunduktan sonra Sultan III. Mustafa (slt. 1757-1774) ve Sultan I. Abdülhamid’in (slt. 1774-1789) saltanatlarında iki defa sadrazam olmuştur. Halep Valisi olduğu sırada İstanbul’a gelerek 24 Haziran 1758 günü Sultan III. Ahmed’in kızı, aynı zamanda Sultan III. Mustafa ve Sultan I. Abdülhamid’in kızkardeşleri olan Esma Sultan (1726-1788) ile evlenen Muhsinzâde Mehmed Paşa’nın bu evlilikten çocuğu olmamış dolayısıyla da Muhsinzâde Ailesi, Paşa’nın ilk hanımından olan kızı Rukiye Hanım’dan devam etmiştir.

18. yüzyılın ilk yarısında Kuruçeşme’de inşa ettirdiği büyük bahçesi, havuzları, nefis mermer işlemeli selsebilleriyle meşhur yalısında oturan Muhsinzâde Mehmed Paşa, Boynueğri Esseyyid Abdullah Paşa’nın oğlu Mehmed Said Bey (1725?-1799) ile evlenen kızı Rukiye Hanım’a (1745-1799) Kuruçeşme’deki yalısını düğün hediyesi olarak vermiştir. Bu tarihten sonra Muhsinzâde Ailesi’nin oturduğu yalı zamanla Muhsinzâde Yalısı olarak anılmaya başlanmıştır.

Muhsinzâde Mehmed Paşa, kızı Rukiye Hanım’a yazdığı bir mektupta: “Hanenizin tamirine şuru olunduğu işaret olunmuş. Yapıya daima nezaret iktiza eder. Bey ve Ali Ağa rahatı terk edip yapının üzerinde olsunlar ve bir gün akdem ikmaline ihtimam eylesinler. Ziyade akçe vermem.” demektedir. İşin peşini de bırakmayıp bir sonraki mektubunda: “Sakınıp kendine keder vermiyesiz. Rızam yoktur. Her hususta âkilane hareket eyliyesiz. Yapınız tekmil oldu mu?” diye sormaktadır.

Aldığı tedbirlerle tez zamanda başarıyla Mora isyanını bastırması üzerine “İkinci Mora Fatihi” namıyla şöhret bulan Muhsinzâde Mehmed Paşa, 1774 yılında Küçük Kaynarca Antlaşması’nı imzalamak mecburiyeti neticesi kederinden hastalanıp İstanbul’a dönüşünde 4 Ağustos 1774 günü yolda vefat ederek Edirne’ye defnedilmiş ancak karısı Esma Sultan’ın, kardeşi Sultan I. Abdülhamid’ten rica ve isteği üzerine naaşı İstanbul’da Eyüp Sultan türbesinin penceresi önüne nakledilmiştir.

21 Haziran 1796 Salı günü gece saat dört sularında Boğdan Voyvodası Sarı Beyzâde Yorğa Bey’in Kuruçeşme’deki sahilhânesinden çıkan yangının görülerek hisarlardan atılan topla duyurulmasıyla Sultan III. Selim de yangın yerine gelerek yangını söndürmeye çalışanlara altın ihsan etmiş ve bir süre dinlenmek üzere Abdullah Paşazâde Said Bey ile Rukiye Hanım’ın oturdukları Muhsinzâde Yalısı’na çıkmıştır.

Rukiye Hanım ile Mehmed Said Bey’in oğulları Mehmed Bey (1778?-1858), kapıcılar kethüdalığına kadar yükselmiş halim selim bir zat imiş. İlk karısından olan kızı Nazife Hanım’ın 1823 yılında evlenerek yalıdan ayrılmasının ardından İzzet Kadın (1800-1877) ile evlenmiştir. Abdullah Hamdi Bey, Muhsin Arif Bey, Abbas Bey oğullarıdır.

24 Mart 1822 - 3 Eylül 1826 tarihleri arasında Muhsinzâde Yalısı’nın mutfağına alınan erzak vesair masrafın işlendiği deftere Temmuz 1826’da yazılan: “...Lohusa Şerbeti, karanfil ve darçın ve mazı ve şab ve üzerlik ve Hindistan cevizi ve çöreotu ve altunbaş tiryak bir kutu ve toz seker 72 guruş” kaydı, İzzet Kadınefendi ile Mehmed Bey’in oğulları Abdullah Hamdi Bey’in doğumu münasebetiyle yapılacak lohusa şerbetinin malzemesi yanı sıra inanışlar gereğince lohusanın odasıyla yalının türlü yerlerinde kırk gün boyunca yakılmaya devam edilecek tütsü için çöreotu ve üzerlik otunun alındığına işaret etmektedir. Yedi delikli mavi boncuk, bir ufak mazı, bir ufak şap, bir ufak yirmilik altından ibaret nazar takımı da kırmızı bir tüle bağlanarak beşiğe asılmış olmalıdır. Beşiktaş Kapı Ağası Mektebi’nde öğrenim gören, Hafız Mehmed Efendi’den sülüs ve nesih dersleri alarak Kadıasker Mustafa İzzet Efendi’ye intisap eden Abdullah Hamdi Bey’e (1826-1899), Reisülhattatin (Hattatların Reisi) ünvanıyla Menşe-i Küttap (Kâtip Yetiştiren Mektep) hocalığı ve de Şifa-i Şerif yazıcılığı görevleri verilmiştir.

1846 yılında Ayşe Hanım (1830-1915) ile evlenen Abdullah Hamdi Bey’in çocukları Hasan Tahsin Bey, Mehmet Rahmi Bey, İbrahim Fuat Bey, Muhsine Hanım, Fatma Hanımlar da bu yalıda dünyaya gelmiş ve yaşamışlardır. Abdullah Hamdi Bey, çoğu zamanını Kuruçeşme’deki yalısında yazı yazarak ve bahçesindeki çiçekler ve ağaçlarlarla uğraşarak geçirmiştir. Yine bir gün bahçesiyle meşgulken felce uğrayıp dört gün sonra 19 Ağustos 1899 günü felç kalbine sirayet ettiğinde vefat eylemiştir. Uzun boylu, beyaz top sakallı, dindar, bilge, misafirperver, asil bir kişiymiş. Oğullarından Hasan Tahsin Bey, Ömer Paşa’nın kızı Hatice Nimet Hanım’la evlenmiş; çocukları Emine Nahide Hanım, Zahide Zeynep Hanımlar da bu yalıda dünyaya gelmişlerdir.

Meşhur bestekârlardan Medeni Aziz Efendi (1842-1895), ilk mûsikî derslerine Kuruçeşme'deki Muhsinzâde Abdullah Hamdi Bey'in yalısında Kadıasker Mustafa İzzet Efendi'den ders alarak başlamıştır.

Muhsinzâde Yalısı, eski yalıların son nefis örneklerindendi. İki farklı katlı, fakat aynı çatıda olan iki bölükten oluşurmuş. Aralarında gayet yüksek pencereli merdiven sofası bulunurmuş. Elli odalı yalının, deniz üzerinde büyük bir divânhânesi varmış. Suyu denizden alınan bir havuzda her zaman taze balık bulundurulurmuş. Muhsinzâde Yalısı’nın bahçesi ise 18. yüzyılın bahçe mimarisinin yakın zamanlara kadar kalabilmiş en güzel ve en zengin örneklerinden biriymiş. Yalıyla hem zamanlı olarak 18. yüzyılın ilk yarısında yaptırılmış olan havuzlu selamlık setleri, ilk yapılış tarihini izleyen elli yıl içinde genişletilerek tamamlanmıştır.

28 Haziran 1894 tarihindeki büyük depremde hayli harap olan Muhsinzâde Yalısı, bir yıl sonra şekli değiştirilerek yeniden yaptırılmıştır. Bahçe setleri yeniden düzenlenerek yıkılan yalıdan alınan mermerlerin de kullanımıyla havuz ve selsebillerle süslenmek suretiyle tanzim edilmiştir. Havuzlu setler, bahçenin üst sınırında ve sokak duvarı önünde yapılmıştır. Bahçe setleri arazinin meyline uyularak seviyeleri farklı dört bölüme ayrılmıştır. 1933 yılında sahipleri tarafından yıkıcıya verilerek yıktırılan Muhsinzâde Yalısı’nın arsası daha sonraları kömür deposu olarak kullanılmıştır.

18. yüzyılın ilk yarısından itibaren Boğaz’ın sularına yansıyan Muhsinzâde Yalısı’nın, 1933’ten günümüze Boğaz’ın akıntısında yitip giden silueti ve de sureti, 21. yüzyılda Les Ottomans Oteli olarak yeniden hayat buluyor...

1 Eylül 2007 Cumartesi

Voyvoda Caddesi No: (27)...25'de zaman...

Galata’nın iç surları boyunca uzanan bir yol olarak ortaya çıkmasının ardından 14. yüzyılda Palazzo del Comune-Ceneviz Meclis Binası- ve piazza-pazar meydanı- gibi binaların bu çevrede bulunması, Ceneviz cemaatinin (Magnifica Comunità di Peyra) 1682 yılına kadar yarı özerk bir statüde yönetimine devam etmesi yanı sıra aynı yıllarda Avrupalı tüccarların gelip mağaza ve mahzenlerini burada tutmaları, nihayet bazı Osmanlı yerel idarelerinin de kendilerine yer alması sayesinde söz konusu sokak Osmanlı döneminde de önemini sürdürmüştür.

Sokağın ismi Galata’nın asayişinden sorumlu olan voyvodanın dairesi ile ikametgâhından gelmektedir. Voyvoda Caddesi’nin sadece Galata’nın değil bütün İstanbul’un bir merkezi halini alarak köklü bir değişime uğraması 19. yüzyılın ikinci yarısına rastlamaktadır. 1850'lerde kurularak 1920'lerin sonuna kadar dünyanın en önemli borsaları arasında yer alan Galata Borsası’nın da bulunduğu caddenin çehresi, 1860’lardan asır sonuna kadar yeni ekonomik sektörle yakından ilintili bir çok kurum ve kuruluşun yerleşmesiyle tamamen değişmiştir. Bankacılık, sigortacılık, hukuk, mimarlık, madencilik, demiryolları ve genel anlamda teknoloji ithaliyle ilgili olan bu şirketler, Voyvoda Caddesi’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun son elli yılının ekonomik ve mali hayatıyla ne denli bağlantılı bir şekilde hatta iç içe geliştiğini göstermeye yeterlidir. Cadde’nin bu ilginç özelliği ve modernleşme süreciyle olan ilişkisi buraya yerleşen şirketlerin profiline olduğu kadar caddenin mimari görüntüsüne de yansımıştır.

Voyvoda Caddesi’nin orta ve alt kısmında bulunan 19. yüzyıl ortası hanları Batılı üsluplarıyla mimari açıdan geleneksel Osmanlı hanlarından farklılaşmakla birlikte aslında geleneksel hanların temel işlevini muhafaza etmekte ve çok sayıda odanın, nispeten küçük ölçekli işletmelere kiralanması prensibiyle işlemekteydi. 1880’lerdeki en önemli değişiklik bu geleneği artık yansıtmayan yeni bir bina türünün ortaya çıkmasıydı. Bu tarihlerde inşa edilen Osmanlı İtibar-ı Umumi Şirketi (Crédit Général Ottoman), Economic Co-operative Society mağazası, Şirket-i Osmaniye Kambiyo ve Esham Şirketi (Société Change et de Valeurs), Dersaadet Su Şirketi, Dersaadet Tramvay Şirketi binaları bu yeniliğin ilk örneklerini oluşturuyordu. Bu binaların yeni işlevini ele veren bir detay ise herhangi bir isimleri ve “han” sıfatları olmayıp sadece barındırdıkları şirketin adıyla tanınmış olmalarıdır.

Voyvoda Caddesi ile Mertebani Sokağın kesiştiği köşede 1875 yılında varolduğunu bildiğimiz iki kagir binanın yeraldığı parsellerin, büyük olasılıkla 1880’lerin sonunda birleştirilmesiyle inşa edilen 27 numaralı bina, 1891 yılında Osmanlı İtibar-ı Umumi Şirketi’nin (Crédit Général Ottoman) kullanımına geçmiştir. Osmanlı Bankası’nı kontrol eden Fransız ve İngiliz sermaye grubunun özellikle de S. G. de Crédit Mobilier’in rakipleri olan ve başlarında James Rothschild’in bulunduğu Société Général grubu ile İngiliz Finance Bank’ı, Osmanlı İmparatorluğu ile mali ilişkiler kurarak Osmanlı Bankası’nın hâkimiyetini kırmak amacıyla Crédit Mobilier’in Fransa’da karşılıştığı mali zorluktan da istifade ederek Osmanlı Hazinesi ile anlaşıp 1869 yılında Galata bankerlerinden Tubini et Fills firmasının da iştirâkıyla elli milyon frank sermayeli Osmanlı İtibar-ı Umumi Şirketi’ni (Crédit Général Ottoman) kurmuştur. Şirket, başarılı faaliyetlerde bulunarak 1873 yılında hissedarlarına %27 kâr dağıtmışsa da 1899 yılında Osmanlı Bankası’nın hakimiyetine girerek tasfiye edilmiştir.

İtibar-ı Umumi Bankası’nın (Crédit Général Ottoman) tasfiyesi neticesinde boşalan binanın kullanımı 1900 yılında Osmanlı Anadolu Demiryolları Şirketi’ne (Société du Chemins de fer Ottoman d’Anatolie) geçmiştir. 1898’de Kayzer II. Wilhelm’in resmi ziyareti sırasında Osmanlı İmparatorluğu ile Deutsche Bank arasında imzalanan anlaşma sonucu kurulan Osmanlı Anadolu Demiryolları Şirketi (Société du Chemins de fer Ottoman d’Anatolie), Sultan II. Abdülhamit döneminde Eskişehir, Ankara ve Konya’ya tren getirerek bünyesindeki Türk-Alman ortaklığıyla Bağdat Demiryolu hattı projesini hayata geçirmiştir.

Anadolu Demiryolları Şirketi (Société du Chemins de fer Ottoman d’Anatolie) ile Deutsche Bank 1913 yılından itibaren binayı ortak kullanmaya başlamıştır. Almanya’nın meşhur kambiyocularından Ludwig Bamberger tarafından özellikle yabancı ülkelerle ticareti geliştirmek amacıyla 1870 yılında kurulan Deutsche Bank, Alman Devleti’nin yanı sıra yabancı devletlerin de borçlarına aracılık ederek daha ziyade dış ticaretle uğraşmıştır. Voyvoda Caddesi’ndeki bu binada bir araya gelen her iki şirket de esas olarak Kayzer II. Wilhelm’in “Doğu Politikası” kapsamında 7-B Planı olarak adlandırılan Berlin, Budapeşte, Belgrad, Bosfor (Boğaziçi), Bağdat ve Basra’yı takiben Bombay’a kadar uzanan ipek yolunu kontrol altına alıp doğunun zenginliklerini Almanya’ya aktarma planı çerçevesinde faaliyet göstermekteydi.

1920’lerde devletin idaresine geçen Anadolu Demiryolları (Chemins de fer Ottoman d’Anatolie)’nın merkezini Haydarpaşa İstasyonu’na taşımasının ardından 1928 yılında Deutsche Bank’ın da merkezini Aşir Efendi Caddesi’nde bulunan Ankara-Konya Hanı’na taşıyıp Galata’daki merkezini şubeye dönüştürerek Minerva Han’a nakletmesiyle boşalan bina 1930 yılında Hazine’ye geçmiştir.

Hazine’ye geçişinden kısa bir süre sonra bina, bu defa da Sanayi ve Maadin Bankası tarafından satın alınmıştır. Cumhuriyet Dönemi’nde izlenecek ekonomik politikanın saptanarak içerdeki dengelerin düzenlemesi ve iktisadi yapının oluşturulması amacıyla Lozan görüşmeleri sırasında 17 Şubat - 4 Mart 1923 tarihleri arasında düzenlenen İzmir İktisat Kongresi’nin, “sanayi ve sorunları” bölümünde, sanayi bankalarının kurulması kararlaştırılır. Bu doğrultuda 1924 yılında İş Bankası, 1925 yılında da maden işletme ve kredi sağlama amacıyla Sanayi ve Maadin Bankası kurulmuştur. 1932 yılında Sanayi ve Kredi Bankası’na dönüştürülen Sanayi ve Maadin Bankası’nın bünyesindeki fabrikalar ise Sanayi Ofisi’ne bağlanır. 1933 yılından itibaren devletçiliğe verilen önemle Sanayi ve Kredi Bankası ile Sanayi Ofisi birleştirilerek aynı yılın Temmuz ayında Sümerbank kurulur.

Böylelikle Sanayi ve Maadin Bankası’na ait olan bina da 1933 yılında Sümerbank’a geçer. Uzun yıllar hem bankacılık hizmetlerini yerine getiren hem de pek çok sanayi kuruluşunun finansmanını destekleyen Sümerbank, 1987 yılında alınan özelleştirme kararıyla yeniden yapılandırılır. 1997’de Hayyam Garipoğlu’nun sahibi olduğu Garipoğlu Şirketler Topluluğu’na satılan Sümerbank, 22 Aralık 1999’da riskli yönetiminden dolayı el konularak TSMF’ye (Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu) devredilir.

10 Ağustos 2001 tarihinde Oyak tarafından satın alınan Sümerbank A.Ş., 11 Ocak 2002’de Oyak Bank A.Ş.’ye devredilir. Böylelikle kısa bir süre Oyak Bank olarak kullanılan bina, 12 Ağustos 2005 tarihinde Galata A. Ş. tarafından satın alınarak 1880’lerden bu yana anlatmakta olduğu hikâyesinde yepyeni bir bölüme başlar...

Rizzo Apartmanı’nda zaman...

Taksim Meydanı’ndan Cihangir’e doğru uzanan Sıraselviler Caddesi’nde, solda Alman Hastanesi’nin hemen evvelinde yer alan sokağın günümüzdeki adı Aslan Yatağı’dır. Oysa 1800’lü yılların sonunda kimi zaman Somuncular ve bazen Somuncuoğlu, kimi zaman ise Urucular Sokak olarak anılan ve henüz bir çıkmaz olan bu sokak, 1895 yılına ait tapu kayıtlarında çıkmaz Aruslar Sokağı olarak geçmektedir. 1900-1921 yılları arasında ise Urucular Sokak ile Somuncular Sokak arasında yer alan Araslar Sokağı olarak tarif edilmekteyken; 1927 yılından itibaren Aslan Sokağı, 1934 yılından günümüze değin ise Aslan Yatağı Sokak olarak anıla gelmiştir.

Bu sokak üzerinde yer alan ve bir tarafında Henri de Wilson evi ve bahçesi ile bazen Ali Çavuş ve Faik Bey ve Abdi Efendi Bey evi ve bahçeleri, diğer iki tarafında W.J. Jones evi ve bahçesi bulunan; Teba-i Devlet-i aliyye’nin Rum milletinden Bebek Köyü sakinlerinden ve Fener İdaresi memurlarından Dimitri oğlu Andonaki’nin sahibi olduğu 38 kapı numaralı bahçeli evi, 8 Mayıs 1894 günü John Francis Rizzo’nun eşi Marianne Rizzo satın almıştır.

Rizzo Apartmanı’nın ilk mukimlerine 1896 yılında rastlıyoruz. Aynı yıl apartmanın bodrum katında oturan mimar Ohannes Aznavur’un, binanın mimarı olabileceği düşünülebilir. Gerek konumu gerekse mimari kalitesi ve etkileyici üslûbuyla Beyoğlu’nun pek zarif apartmanlarından biri olan Rizzo Apartmanı, seneler boyunca üst düzey ve seçkin bir kiracı topluluğuna ev sahipliği yapmıştır.

1896
RIZZO EVİ, Urucular Sokağı Pera
Bodrum Oh. Aznavour, mimar
Giriş Kont Quadt-Wykradt-Ismy, Alman Büyükelçiliği ikinci kâtibi
1. kat Dr. R. Lindau, Düyûn-u Umumiye İdaresi’nde Alman tahvilleri delegesi
2. kat F. Thalasso, banker
3. kat John F. Rizzo, Heald ve Rizzo Şirketi
4. kat Th. Paraschos, Tütün Rejisi Hesap İşleri Büro Şefi
Odabaşı: Artin Zamanyan

1901
RIZZO EVİ, Araslar Sokağı No: 38. Pera
1. Gaston Auboyneau, Osmanlı Bankası’nda genel müdür yardımcısı
2. Dr. R. Lindau, Düyûn-u Umumiye İdaresi’nde Alman tahvilleri delegesi
3. Marki Guido Guiccioli, Düyûn-u Umumiye İdaresi’nde İtalyan tahvilleri delegesi
4. John F. Rizzo, Heald ve Rizzo Şirketi’nden
". Edgar V. Rizzo, Rizzo ve Déparès
5. Léon Boulot, Fransa Konsolos yardımcısı
Odabaşı: Toros ve Artin Zamanoğlu

1909
RIZZO APARTMANI, Araslar Sokağı No: 38. Pera
1. Etienne Eugénidi, E. Eugénidi Bankası’ndan
2. Charles M. Marling, İngiltere Büyükelçiliği müsteşarı
3. Marki Alberto Théodoli, Düyûn-u Umumiye İdaresi’nde İtalyan tahvilleri delegesi
4. C. Goldstücker, Doğu Demiryolları İşletmesi’nin baş mühendisi
5. D. Sofiano, tüccar
Odabaşı: Paul Cassar ve Jean Cosulich

1910
RIZZO APARTMANI, Araslar Sokağı No: 38. Pera
1. Etienne Eugénidi, E. Eugénidi Bankası
2. Charles M. Marling, İngiltere Büyükelçiliği müsteşarı
3. Marki Alberto Théodoli, Düyûn-u Umumiye İdaresi’nde İtalyan tahvilleri delegesi
4. Michael Bey
5. D. Sofiano, tüccar

1913
RIZZO APARTMANI, Araslar Sokağı No: 38. Pera.
Giriş Otto Kaufmann, Deutsche Bank’ın müdürü
2. J. Carré, Osmanlı Bankası genel müdürünün özel sekreteri
3. Alfred Misrachi, Selanik Bankası müdürü
4. Georges Schrimpf, Fraissinet ve Ortakları Buharlı Vapur Şirketi genel temsilcisi
5. F. Picard, mühendis
Odabaşı: Paul Cassar ve Miguir Balabanian

1914
RIZZO APARTMANI, Araslar Sokağı No: 38. Pera
Giriş Otto Kaufmann, Deutsche Bank’ın müdürü
2. Henri de Montréal, Osmanlı İmparatorluğu mali işler denetleme müdürü
3. Alfred Misrachi, Selanik Bankası’nın müdürü
4. F. Picard, mühendis
5. Georges Schrimpf, Fraissinet ve Ortakları Buharlı Vapur Şirketi’nin genel temsilcisi
Odabaşı: Paul Cassar ve Miguir Balabanian

1921
RIZZO APARTMANI, Araslar Sokağı No: 38. Pera.
Giriş John Eliasco, Atina Bankası’nın genel müdürü
1. F. Picard, mühendis
2. Périklès E. Mandanakis, tüccar
2. Dul bayan Mimico
3. Jean Constantinidi, Atina Bankası’nın müdürü
4. Félix Bellet, Crédit Lyonnais müdürü

1922
RIZZO APARTMANI, Araslar Sokağı No: 38. Pera
Giriş John Eliasco, Atina Bankası’nın genel müdürü
1. F. Picard, mühendis
2. Périklès E. Mandanakis, tüccar
3. Mimico (dul bayan)
4. Jean Constantinidi, Atina Bankası’nın müdürü
5. Félix Bellet, Crédit Lyonnais müdürü

1910 yılında John Francis Rizzo’nun vefatıyla eşi Marianne Rizzo ve evlatları Edgar V. Rizzo, Egbert Rizzo, Alfred Rizzo, Rozina Georgevich’e intikal eden Rizzo Apartmanı’nı çevreleyen Somuncuoğlu Sokak’taki 4 ve 26 numaralı arsalar ile Saatçi Sokak’taki 20, 20, 5 numaralı toplam beş parsel arsanın tüm hisseleri de 8 Mayıs 1894 günü yapılan satışla Marianne Rizzo’ya geçmiştir.

22 Aralık 1939 tarihli tapu kaydında Alfred Rizzo, Winfred Christine Rizzo, Cladius Darwin Rizzo, Rozina Georgevich, 14 Aralık 1947’de Yanni Vassiliadis’in eşi Eleni Vassiliadis, 28 Nisan 1954’de Aloise Constance, 23 Şubat 1963’de Yanni Vassiliadis’in evlatları Jean Vassiliadis, Theodoros Vassiliadis, Sophia Kandosaki, 7 Mart 1980’de Reşat Ozan, 2 Haziran 1981’de Mustafa Vedat Ozan mülkiyetlerinde olan Rizzo Apartmanı, 6 Ekim 2003 tarihinde Beyoğlu Gayrimenkul Yatırımcılığı İnşaat Taahhüt Turizm Ticaret A.Ş. tarafından satın alınmıştır.

Beyoğlu A.Ş.'nin yaptığı başvuru üzerine, 29.03.2004 tarihli T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Müdürlüğü kararıyla 1. derece tarihi eser olarak belirlenerek rölöve projeleri onaylanan Rizzo Apartmanı, yeni mukimlerine kapılarını açmıştır…

RİZZO AİLESİ

Rizzo adı, “kıvırcık” anlamına gelen tasvir özelliği olan “ricco” kelimesinden gelmektedir ki İtalyan kaynaklarında 14. yüzyıla değin uzanan Rizzo Ailesi’nin, kıvırcık saçlı bir üyesine lakap olarak verilip aile adı olarak anıla gelmiş ve zaman içinde soyadı olarak alınmış olmalıdır.

Aslen İtalyan kökenli olan Maltalı ve İngiliz uyruklu Rizzo Ailesi’nin, 1883-1953 yılları arasında İstanbul’da yaşadığını tespit edebildiğimiz mensupları, genellikle komisyonculuk ve ticaret işleriyle uğraşmışlardır.

Elmas tüccarı Michael Rizzos, buğday komisyoncusu Ant. Rizzo, zahire komisyoncusu D. Rizzo, komisyoncu G. Rizzo, komisyoncu ve tüccar Giovanni Rizzo, terzi Bayan Rizzo, buğday komisyoncusu Pandeli Rizzo, kahve komisyoncusu G. Rizzos, zahire komisyoncusu J. Rizzos, Osmanlı İmparatorluğu Deniz Fenerleri İdaresi veznedarı Georges Rizzo, tahıl komisyoncusu C. Rizzo, komisyoncu P. Rizzo, Heald ve Rizzo Şirketi’nden G. Rizzo, komisyoncu Jean Rizzo, Balat Or Ahayim Yahudi Derneği’nin veznedarı Salomon Rizzo, Balat Or Ahayim Hastanesi’nin kurucularından Samuel Rizzo, halıcı Henri Rizzo, memur E. Rizo, dul bayan Angèle Rizzo, Heald ve Rizzo Şirketi’nden John F. Rizzo, komisyoncu Edgar V. Rizzo, komisyoncu Vass. Rizzo, Gazette Financieère’in müdürü Avukat Dr. Alfred Rizzo, Balia Karaidin Madenleri Şirketi’nin genel sekreteri Epam. Rizo, Co-opérative Şirketi genel sekreteri Jean Rizo, Karayolları Şirketi mühendisi Egbert Rizzo, dul bayan John F. Rizzo, dul bayan Epam. Rizo, dul bayan Leontine Rizzo, Urania Daktiloları Türkiye Temsilcisi, yayımcı John A. Rizzo...

Rizzo Apartmanı’nın sahibi Marianne Rizzo’nun eşi John Francis Rizzo ise 1856 yılında kurulan Heald ve Rizzo Şirketi’nin ortaklarındandır. Heald ve Rizzo Şirketi, Ellermans Wilson Ltd., Ellerman ve Bucknall SS. Co. Ltd., American Mediterranean Levant Line’ın temsilciliklerini üstlendiği denizcilik acentasının yanı sıra taş kömürü ithalatı, boya ve vernik ve yelken bezi ticareti de yapmıştır. E. Rizzo, Yabancı Deniz Ticaret Odası’nın 1922 yılı yönetim kurulu üyeleri arasındadır. 1900-1921 yılları arasında Annuaire Oriental Ltd.’nin yönetim kurulunda görev alan John A. Rizzo ve Gazette Financieère’in müdürü olan avukat Dr. Alfred Rizzo, 1921-1930 yılları arasında Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları içinde yer alan ticari merkezleri ve bu merkezlerde gerçekleşen ticari faaliyetleri, hem yerel hem yabancı girişimcilere tanıtmak amacıyla hazırlanan ve ilki 1868 yılında yayımlanmış olan Annuaire Oriental’lerin (Şark Ticaret Yıllıkları) yayımcılığını yapmışlardır. Sahibi bulundukları Rizzo Yayınları, hukuk alanında ve İstanbul hakkında pek çok kitap yayımlamıştır. 1927 yılından itibaren ismi geçen Rizo ve Psaras Vapur Acentası ise yeni bir ortaklığa işaret ediyor olmalıdır. Bu yıllarda yayımcı John A. Rizzo, Urania Daktiloları'nın da Türkiye temsilcisidir.

1896-1901 yılları arasında Rizzo Apartmanı’nın üçüncü katında mukim John Francis Rizzo ve Ailesi, 1909 yılında Tünel Pasajı Tünel Apartmanı B Blok No:1 Pera adresine taşınmışlardır. 1910 yılında John Francis Rizzo’nun vefatı sonrasında eşi Marianne Rizzo, oğulları Edgar V. Rizzo ve Egbert Rizzo ile birlikte bu defa da Postacılar Sokak Glavany Apartmanı No:11 Pera adresine taşınmışlar ve bildiğimiz kadarıyla da 1922 yılına kadar bu adreste ikâmet etmişlerdir. Aynı yıllarda Rizzolar’ın diğer oğulları Avukat Dr. Alfred Rizzo ise Grande Rue de Pera No:477 adresinde oturmaya başlamıştır. 1942-1944 yıllarında Sıraselviler Caddesi Aslanyatağı Sokak No:23 Rizzo Apartmanı D:4 Taksim adresinde oturan Edgar Rizzo, 1950 yılında Olivio Geçidi Merkez Olivio Apartmanı No:3 Beyoğlu adresine taşınmıştır. Rizzo Ailesi’nin İstanbul’da izine rastladığımız son kaynak, 1950-1953 yılları arasındaki telefon rehberleridir ki John Rizzo adına kayıtlı telefon, Salihiye Çıkmazı No:10/1 Yeşilköy adresindedir.

Boğaz'ın sularına yansıdı erguvan... Emirgân Atlı Köşk'te zaman...

Baltalimanı ile İstinye arasında bulunan servi ormanlarından dolayı vaktiyle "servili orman" anlamına gelen Kyparades olarak anılan Emirgân, evvelce olduğu gibi Fatih Sultan Mehmed’in (1444, 1451-1481) saltanatı sırasında ve sonrasında yaklaşık yüz yıl boyunca da adsız ve yalnızdır.

Kanunî Sultan Süleyman (slt. 1520-1566), Ağustos-Eylül 1566’da kendisiyle birlikte Zigetvar Savaşı’na katılan Sokollu Mehmed Paşa’ya, "Minba’d sen kendin asıl ma’rekeye varmayıp, umûr-ı din-ü devlet ve nizam-ı adlü intizâm-ı saltanat bâbında kaim ve daim olasın ve nûr-ı didem Selim Han’ı ve asker-i İslâmı ve seni Hüda’ya ısmarladım ve kâtibin Feridun zeametine terakki ile dergâh-ı âlî müteferrikalarından olsun" hatt-ı hümâyununu vermesiyle; Divan-ı Hümâyun kâtipliğinden, müteferrikalığa yükselen Ahmed Feridun Paşa’nın, padişah tarafından kendisine ihsan edilen bu yerlere XVI. yüzyılın ikinci yarısında yazlık bir köşk ile birlikte büyük ve güzel bahçeler yaptırmasıyla bu yerler, "Feridun Paşa Bahçeleri" diye anılmaya başlar.

1635 yılında İran’a sefer düzenleyen Sultan IV. Murad (slt. 1632-1640), Revan Kalesi’ni direnmeden Osmanlı’ya teslim eden Emir Gûne oğlu Tahmasb Kuli Han’a, Yusuf Paşa adı ile birlikte Feridun Paşa’nın Mart 1583 tarihinde vefatıyla boşalan Feridun Paşa Bahçeleri’ni de verir. Emir Gûne oğlu Yusuf Paşa’nın, Feridun Paşa Bahçeleri’ne yaptırdığı İran usulü nakışlı, oymalı, çinili sahilhane ve köşk dillere destan olur. Vaktiyle Feridun Paşa Bahçeleri olarak anılan bu yerler, Emirgûneoğlu Bahçesi olarak anılmaya başlamıştır. 17 Haziran 1641 günü Sultan İbrahim’in (slt. 1640-1648) emriyle, Yusuf Paşa’nın idam edilmesinin ardından Emir Gûne oğlunun adı bu yerlere yadigâr kalır. Emirgûneoğlu, zamanla halk ağzında değişerek Emirgân olur.1933’lerde adını komşusu Boyacıköy ile birleştirip Uluköy, bir arada Mirgün olarak değişirmek isterlerse de bu isimler halk tarafından tutulmaz ve bir süre sonra unutulur.

Emir Gûne oğlu Yusuf Paşa’dan boşalan sahilhane, köşk ve bahçeler, Sultan İbrahim tarafından Sadrazam Kara Mustafa Paşa’ya ihsan edilir. Paşa’nın, Viyana’yı fethedememesi üzerine, Sultan IV. Mehmed’in (slt. 1648-1687) emriyle 1683 yılında Belgrad’da idam edilmesinin ardından, bir süre boş kalan bu yerler, Sultan III. Ahmed (slt. 1703-1730) tarafından Şeyhülislâm Mirza Mustafa Efendi’ye verilir. Mirza Mustafa Efendi’nin 1722 yılında vefatıyla oğlu Mehmed Sâlim Efendi’ye geçen yerler, Sultan I. Mahmud’un (slt. 1730-1754) ve Sultan III. Osman’ın (slt. 1754-1757) saltanatları sırasında ise Şeyhülislâm Vassâf Abdullah Efendi’ye aittir. Sultan III. Mustafa’nın (slt. 1757-1774) saltanatı sırasında, Vassâf Abdullah Efendi’nin vefatıyla, 1761 yılında oğlu Es’ad Efendi’ye, Es’ad Efendi’den ise oğlu Mehmed Said Efendi’ye intikal eder.

1775 yılında Mehmed Said Efendi’nin, ardından 28 Temmuz 1778 günü ise babası Es’ad Efendi’nin vefatıyla sahipsiz kalarak devlete geçen bu yerlerdeki köşkler, 1781-1782 yılları arasında Sultan I. Abdülhamid’in (slt. 1774-1789) emriyle yıktırılıp, toprakları parsellenerek halka dağıtılır. Sultan I. Abdülhamid’in vefat eden oğlu Şehzade Mehmed Efendi ve onun annesi Hümaşah Kadın adına 1781 yılında yaptırdığı cami ve iki yıl sonrasında yaptırdığı çeşmenin yanı sıra hamam ve dükkânlar ile Emirgân, bahçelikten çıkıp bir Boğaz köyü hâlini alır. Asıl gelişimini ise Sultan III. Selim’in (slt. 1789-1807) saltanatı zamanında yaşayan Emirgân, devlet ricalinin rağbet ettiği meşhur semtlerden biri olur. Sultan III. Selim, Emirgân’ın bir müslüman köyü olması için ferman çıkararak gayri müslimlerin burada oturmasına izin vermez. XVIII. yüzyılın sonlarında Feridun Paşa Bahçeleri’nin ve Emir Gûne oğlu Yusuf Paşa’nın sahil sarayının yerinde devrin ileri gelenlerine ait sahilhaneler bulunmaktadır.

Günümüzde Atlı Köşk’ün bulunduğu toprakların deniz kıyısında, vaktiyle yer alan sahilhanede oturmakta olan Süleyman Paşa ve eşi Fatımatüzehra Hanım, 7 Haziran 1848 (5 Recep 1264) tarihinde Abraham Camondo’dan aldıkları sekiz yüz bin kuruş karşılığında, boçlarını ödeyince geri vermek üzere sahibi oldukları sahilhaneyi ipotek ederler. 4 Ekim 1852 (19 Zilhicce 1268) günü, Abraham Camondo’ya olan borçlarını ödeyerek geri aldıkları sahilhanelerini, Musevi Hoca Misak’a satarlar. 10 Ekim 1853 (7 Muharrem 1270)’de Hoca Misak, sahilhaneyi o vakit hariciye nâzırı olan Mustafa Reşid Paşa’nın hanımı Adile Hanımefendi’ye satar. Adile Hanımefendi ise 7 Nisan 1857 (11 Şaban 1273)’de müştemilâtlı sahilhaneyi Mısırlı "Küçük" Mehmed Ali Paşa’ya satar. "Küçük" Mehmed Ali Paşa’nın, 28 Haziran 1861 günü genç yaşta vefatıyla, kızları Zübeyde ve Hatice Hanımlar ile oğlu İsmail Paşa’ya geçen müştemilâtlı sahilhane ve bağ, 20 Haziran 1866 (8 Haziran 1282) tarihinde Mustafa Nâilî Paşa’ya satılır. Mustafa Nâilî Paşa’nın 28 Aralık 1871 (15 Şevvâl 1288)’de vefatıyla dokuz evladına kalan bu yerler, veresesi tarafından zamanın ileri gelen sarraflarından Maksudzâde Simon Bey’e toplam on beş bin üç yüz doksan dokuz lira altmış yedi kuruş on sekiz para bedel karşılığında 29 Mayıs 1873 (gurre Rebiülâhir 1290)-11 Haziran 1873 (14 Rebiülâhir 1290) tarihleri arasında satılır.

Mısır Hükümeti adına kayıtlı olan Giritli Mustafa Paşa yalısı, Mısır Hıdivi Mehmed Tevfik Paşa tarafından sekiz bin liraya satın alınarak; Sultan II. Abdülhamid’in fermanı doğrultusunda Osmanlı Hükümeti’ne satılır. Mirgün’de Çeşme Sokağı’ndaki on bir numaralı arsa da sahibi Mirlivâ Mehmed Paşa’dan otuz beş bin kuruş karşılığında Osmanlı Maliye Hazinesi’nce satın alınarak Giritli Mustafa Paşa Yalısı ile birlikte 20 Ekim 1884 (29 Zilhicce 1301) günü Karadağ Dersaadet Maslahatgüzarlığı aracılığıyla Sultan II. Abdülhamid tarafından Karadağ Prensi Nikola’ya ihsan edilir.

Vaktiyle Karadağ Kralı’na ihsan edilen Giritli Mustafa Paşa Yalısı, I. Dünya Savaşı öncesi çıkan bir kararla 10 Eylül 1913 (29 Ağustos 1329) tarihli resmi yazıyı takiben, 2 Ekim 1913 (20 Teşrin-i Evvel 1329) tarihinde Osmanlı Hükümeti’nin Maliye Hazinesi tarafından geri alınır.

Sultan Mehmed Reşad’ın torunu, Şehzade Ziyaeddin Efendi’nin kızı olan Behiye Sultan, 5 Temmuz 1917 (5 Temmuz 1333) tarihinde Mirgün’de on altı kapı no’lu, on dört bin sekiz yüz elli dokuz zira büyüklüğündeki müştemilâtlı bir kapı sahilhane ve içinden geçen bir buçuk masura tatlı su ile Çeşme Sokağı’ndaki on bir numaralı, sekiz yüz kırk zira büyüklüğündeki arsayı Maliye Hazinesi’nden dokuz bin Osmanlı lirasına satın alır.

1922 sonbaharında Berlin’e yerleşen Behiye Sultan, 9 Ekim 1923 tarihinde Berlin Eastern’den çektiği bir telgrafla Mirgün’de, harap bir hâlde bulunan yalı ve arsasını Prens Mehmed Ali Hasan’a sattığını bildirir. 24 Kasım 1923 (24 Teşrin-i Sani 1339) tarihinde Behiye Sultan’ın vekâletiyle Esvabcıbaşızâde Mehmed Muhyiddin, Mirgün yirmi numaradaki, on dört bin sekiz yüz elli dokuz zira büyüklüğündeki bir parsel arsa ile içinden geçen bir buçuk masura tatlı suyu Prens Mehmed Ali Hasan’a satar. Çeşme Sokağı’nda sekiz yüz kırk zira büyüklüğündeki evvelce arsa bu tarihte ahır olan, on bir numaralı yer ise Emine Behiye Sultan’ın sorumluluğunda kalır.

Vaktiyle Sultan Abdülmecid tarafından, dedesi "Küçük" Mehmed Ali Paşa’ya ihsan edilmiş olan, ancak Paşa’nın vefatından yaklaşık beş sene sonra 1866 yılında satılarak ailenin elinden çıkan Emirgân’daki sahilhane ve arsasını, 1923 yılında Prens Mehmed Ali Hasan satın almıştır. Annesi Prenses Hatice Hanım’ın çocukluk günlerini geçirdiği sahilhane yıkılmış ve harap bir hâlde bulunduğundan, Prens Mehmed Ali Hasan, 1925 yılında mimar Edouard De Nari’ye yeni bir köşk projesi çizdirir. Ancak yapımına çok özen gösterdikleri bu evde oturmak Hasan Ailesi’ne nasip olmaz; aynı sıralarda eşi Ayşe İzzet Hanım’dan ayrılan Prens Mehmed Ali Hasan, bir daha geri dönmemek üzere Mısır’daki sarayına gider. Ayşe İzzet Hanım ise iki oğlu ile birlikte önce babası Aziz İzzet Paşa’nın Mısır’daki evine, devrimden sonra ise oğulları Prens İzzeddin Hasan ve Prens İsmail Hasan ile birlikte İsviçre’de Zürih’te bir kasabaya yerleşirler.

Uzun yıllar Yusuf Ağa ve ailesinin içinde oturarak bakımını yaptıkları köşk ve bahçesi, 1944 yılı sıralarında Hasan Ailesi’nin sosyal yaşamı, misafirperverliği ve yardımseverliğiyle tanınan diğer bir üyesi olan Prens Mehmed Ali Hasan’ın ablası Prenses İffet Hanım’ı ağırlamaya hazırlanmaktadır. Sosyal yaşama, davetlere, antikaya olan aşırı merakı ve yardımseverliğinden faydalanmak isteyen etrafındaki kişilerin sayısının da gün geçtikçe artmasıyla, maddi zorluklarla karşılaşan İffet Hanım, Gümüşsuyu’ndaki konağını satmak zorunda kalır. İçinde bulunduğu bu sıkıntılı durumdan Mısır’daki kardeşi Prens Mehmed Ali Hasan haberdar edildiği zaman Prens, 1925’lerde yaptırdığı fakat ailesiyle oturmanın nasip olmadığı, yıllardır boş duran köşkünün kapılarını kardeşi Prenses İffet Hanım’a açar. 1944 yılı civarında Gümüşsuyu’ndan Emirgân’a taşınan Prenses İffet Hanım, Emirgân’daki bu köşkte büyük kızı Misli Melek Hanım ve yeğeni Azize ile birlikte yaşar. 23 Mayıs 1945 tarihinde Prens Mehmed Ali Hasan’ın Mısır’da vefatının ardından oğulları Prens İsmail Hasan ve Prens İzzeddin Hasan’a intikal eden köşkün, 17 Eylül 1951’de Hacı Ömer Sabancı’ya satılmasıyla Prenses İffet Hanım, yine Gümüşsuyu’na bu defa bir apartmanın giriş katına taşınır. Hayatının son yıllarını geçirdiği bu evde 6 Haziran 1962 tarihinde vefat eder.

Akbank’ın kurulduğu 30 Ocak 1948 tarihinde Hacı Ömer’in servetinin beş milyon lira dolaylarında olduğu göz önüne alınıp; Atlı Köşk’ü üç yüz bin lira vererek satın aldığı düşünülürse Hacı Ömer’in bu köşke ne kadar çok inandığı daha iyi anlaşılır. Hacı Ömer’in, Emirgân’da üç yüz bin liraya köşk satın aldığının Adana’da duyulması üzerine, o zamanki ortağı Nuri Has, Sakıp Sabancı’ya: "…babanda da hiç akıl yokmuş. İstanbul’da Park Otel’de devamlı daire tutsa daha ucuza gelirdi…" der. Oysa Anadolu insanının geleneği doğrultusunda, Hacı Ömer Sabancı da servetinin bir kısmını altın, gayrimenkul satın alarak yatırıma dönüştürmenin, bir ölçüde "hayatın iniş çıkışlarına karşı" ailesinin geleceğini teminat altına almak anlamına geldiğini düşünmektedir.

Emirgân’daki köşkün satın alınmasından sonra geçen ilk on ila on beş yıl, köşk önceleri Hacı Ömer Sabancı’nın arzuladığı gibi çoluk çocuk tüm Sabancı Ailesi’nin yazları gelerek kaldığı yazlık evleri olarak kullanılır. Daha sonraları Hacı Ömer, köşke kış aylarında da uğramaya başlar. Hacı Ömer Sabancı, köşk ile birlikte içindeki bazı eşyaları da satın almıştır. Hacı Ömer Sabancı, Mahmud Muhtar Paşa’nın uzun zamandır kapalı duran Moda’daki evi Mermer Konak’ın bahçesinde duran, 1864 yılında Paris’te dökülen bronz at heykelini, Paşa’nın veresesi tarafından yapılan açık artırmada satın alarak; Moda’dan Emirgân’a geçirip evinin hemen önüne koydurunca köşk de "Atlı Köşk" olarak anılmaya başlar.

2 Şubat 1966 tarihinde Hacı Ömer Sabancı’nın vefatı üzerine 28 Şubat 1966’da, terekesinin, eşi Sadıka ve çocukları Sakıp, Hacı, Şevket, Erol, Özdemir ve İhsan Sabancı’lara kalmasının ardından toplam kırk hissenin on’u mülkiyet hakkı tercih eden Sadıka Hanım’a, beş’erden yirmi beş hissesi çocuklarına ve bir’erden beş hisse de İhsan Sabancı’nın çocukları Güler, Yakup, Sevgi, Murat ve Nur Sabancı’lara verilir. 29 Eylül 1969 tarihinde ise Hacı Ömer Holding Anonim Şirketi’nin, Emirgân’daki köşkü satın almasına İdare Meclisi’nce karar verilir. 4 Kasım 1969 tarihinde Sadıka, Sakıp, Şevket, Hacı, Erol, Özdemir, Güler, Yakup, Nur Sabancı’lar hissedarı oldukları Emirgân’daki gayri menkullerinin hisselerini Hacı Ömer Holding Anonim Şirketi’ne satarlar. 11 Mart 1975’de Sevgi ve Murat Sabancı’ların da hissedarı oldukları Emirgân’daki gayri menkullerinin hisselerini, Hacı Ömer Holding Anonim Şirketi’ne satmalarıyla Atlı Köşk tümüyle bu şirkete ait olur.

Hacı Ömer Sabancı’nın vefatından sonra üç dört sene köşk kapatılır. Ardından Sakıp Sabancı, ailesiyle birlikte köşke gelerek yerleşir. Sakıp Bey ve eşi Türkân Hanım, Atlı Köşk’te Türk misafirperverliğine yaraşır bir şekilde bir çok konuk ağırlarlar. 1985 yılında ABD başkanlarından Jimmy Carter ve eşi kahvaltıya gelirler. 1986 yılında George Schultz, Fransa eski Başbakanları’ndan Raymond Barre ve Couvee de Murville ağırlanırlar. 1987’de Atlı Köşk’ü ziyaret eden Belçika Kralı Albert, Sakıp Sabancı’ya "Kral Leopold II" nişanını verir. 1990 yılında Japon Prensi Mikasa ve eşi, Singapur Başbakanı Lee Kuan Yew ve eşi de Atlı Köşk’de Sabancı Ailesi’nin konuğu olurlar.

9 Ekim 1998 tarihinde Hacı Ömer Holding Anonim Şirketi, Hacı Ömer Sabancı Holding Anonim Şirketi olarak ünvan tashihi yaparak, sahibi olduğu Emirgân’daki Atlı Köşk’ü Sabancı Üniversitesi’nin kırk dokuz yıl süreyle kullanımına verir.

"Ulixes’ten fazla yer gezen" at heykelleriyle birlikte köşk, yeni binyıla içerisinde sanat ve tarih yolculuğu yapılacak dünya standartlarında bir müze olarak girer ve bu sefer de kapılarını yeni ziyaretçilerine açar.

***

“Ulixes’ten fazla yer gezen”* at heykelinin hikâyesi...

“Ulixes’ten fazla yer gezen” ve sonunda Emirgân'da Hacı Ömer Sabancı Köşkü'nün bahçesinde rahat ve huzur bulan bronz at heykeli ilkin Fransa’dan yola çıkmıştı. 1864 yılında Paris’te heykeltraş Louis Daumas tarafından yapılan heykel, Vor Thiebaut'un hazırladığı kalıplardan J. Rovillard marifetiyle tunçtan dökülmüştü.** Paris'ten İstanbul'a gelen bu at heykeline evvela Beylerbeyi Sarayı'nda ve sonra Büyükdere sırtlarındaki Bilezikçi Çiftliği’nde rastlıyoruz. Darbhane-i Âmire ikraz mukataası idaresi ve mubayaacılığında da bulunan Bilezikcioğlu Bogos Kalfa'nın 30.10.1852'de vefatından neden sonra Abraham Paşa'ya geçen -Beykoz Çiftliği misali yine padişahla oynanan bir tavla musabakasında mı kazanılmıştı acaba?- ve İstanbul Avcılar Kulübü’nün (Club des Chasseurs de Constantinople) üyelerinin kış aylarında av maksadıyla toplandıkları bu çiftliğin, Abraham Paşa'nın iflasıyla satışa çıkartılması üzerine Hazine-i Hassa tarafından satın alınarak Mahmud Celaleddin Paşa'ya ihsan edilmiş; -Üstelik de Beykoz'daki Abraham Pasa korusunun Berdos'a satılmak istenilmesinden dolayı Damat Mahmud Paşa'nın da dahil olduğu komisyonda bulunan Sadrazam Mehmed Es'ad Safvet Pasa, bu korudan iyi yerleri kendi uhdesine almak isteyen Damat Mahmud Paşa'ya muhalefet etmesinden dolayı vaki jurnal üzerine 4.12.1878'te Sadâret'ten istifa etmişti- derken kendisinin istibdat yönetimi dolayısıyla 1899'da memleketten firarından sonra Şura-yı Devlet Mülkiye Dairesi azası İbrahim Paşa'nın mülkiyetine geçen çiftlik, 1907'de Hıdiv İsmail Paşa'nın kızı Prenses Nimetullah Muhtar (Mahmud Muhtar Pasa'nın eşi) tarafından satın alınmıştı. Karadeniz’e kadar uzanan bu çiftliğin bahçesinde bulunan kıymetli bronz hayvan heykellerinden özellikle at, boğa ve geyik heykellerinin güzelliği dillere destandı. Mahmud Muhtar Pasa, Büyükdere’de Bilezikçi Çiftliği’ndeki heykellerden bazılarını evvela Feneryolu'nda Gazi Ahmed Muhtar Paşa Köskü'nün bahçesine oradan da bir sabah erken hasırlara sarılmak suretiyle taşınan at heykelini Moda’daki Mermer Konak'ın hemen önünde çiçeklerle bezenmiş bahçe göbeğinin ortasına yerleştirtmiştir.

1935 yılında Mahmud Muhtar Paşa’nın, 1945 yılında ise eşi Prenses Nimetullah Hanım'ın vefatından sonra uzun zaman kapalı kalan Moda’daki Mermer Konak'ın ve içindeki esyaların, veresesi tarafından satışa çıkartılacağını duyan Hacı Ömer Sabancı, köşkü ziyaret ettiğinde bu bronz at heykelini çok beğenmiş. Vehbi Koç da, o yıllarda yaptırdığı Divan Oteli’nin bahçesine koymak için bu at heykelini almak istemekteydi. Oldukca çekişmeli geçen artırma sonunda fiyatı bir hayli yükselen at heykelini Hacı Ömer Bey satın alınca, Vehbi Bey de geyik heykelini alarak otelinin bahçesine koydurttu. Hacı Ömer Sabancı'nın bu at heykelini satın alarak Moda’dan Emirgân’a geçirip köskünün hemen önüne koymasıyla köşk bundan böyle “Atlı Köşk” olarak anılmaya başlandı.
_________
* Ulixes: Odysseus’un Latince adıdır. Yunan mythos’undan günümüze kalmış en ünlü kahramandır. Troya Savaşı’nın bitiminden sonra yurtlarına dönen Akha yiğitleri belli süreler içinde evlerine varırlar. Yalnız İthake kralı Odysseus Ithake Adası’na bir türlü ulaşamaz, bir on yıl daha denizlerde sürünür ve Akdeniz’i boydan boya dolaştıktan sonra, on iki gemisinin ve yoldaşlarının hepsini yitirir ve tek başına, yabancı bir tekneyle İthake’ye bırakılır. Odysseus’un dönüş destanını Homeros Odysseia’da anlatır.

** Heykele ön cephesinden bakıldığında kaidesinin bir yan yüzünde: Fdu par Vor THIEBAUT; diğer yüzde ise: S Rouillard DirT Louis Daumas Sculp.. Toulon (Var) Paris 1864. yazılıdır.