Kendi tarifesine göre değil, gönlümün istediğine göre giden gemimle ta Yenimahalle’den akıntı ardına düşerdim. Onunla birlikte ortalardan koşardık. Akıntı, anaforlarla çatıştıkça ayna dedikleri o iri, fakat dönücü düzlükler ve çağıltılı hoplayışlar arasında kendini Kireç
burnu’nda, Tarabya, Yeniköy Burunları’ndan belli ede ede Tokmakburnu’na çarpardı. Dönüp Anadolu yakasında Çubuklu Burnu’na geçerdi. Orada ona 'çakal' derlerdi. Fakat orada da dinlenmezdi; Rumelihisarı’na çevrilir, 'şeytan' adı alırdı. Yalıların rıhtımlarını döğe döğe buradan da kaçardı, gene karşı tarafa, Kandilli Burnu’na... Ondan da dirsek yiyince, büsbütün hızlanır, Arnavutköy Burnu’na öfkeyle varırdı. Rıhtım kenarlarında, görünmez birer ağır çuval taşır gibi eğilmiş yedekçi omuzlarına bin eziyet çektirerek; yukarı aşacak gemileri geri geri iter gibi yavaşlatarak o azgınlıkla tekrar Anadolu yakasına atılırdı. Çengelköyü Burnu’nda bir daha hırçınlaşınca ona 'maskara' derlerdi. O, burada da durmaz; Beylerbeyi ve Üsküdar önünden Sarayburnu’na akar. Güneşli Marmara’da gözden kaçardı...
Hey başını kayadan kayaya çarpa çarpa engine can atan sular! Gözlerimle gördüğüm, ellerimle tutamadığım günlerim mi idiniz
ki geçer giderdiniz!
Böylelikle günün evvelden belirlenmiş akışını bir kenara
Böylelikle günün evvelden belirlenmiş akışını bir kenara
bırakarak Kabataş’tan bir boğaz otobüsüne binip soluğu Kireçburnu’nda alıyoruz. Boğaz’ın, Karadeniz girişinden başlayıp Marmara’ya doğru Rumeli kıyısı boyunca yürüyerek akıntının ardına düşüp sırasıyla Tarabya, Yeniköy, İstinye, Emirgân, Boyacıköy, Baltalimanı, Rumelihisarı, Bebek semtlerini geçerek Arnavutköy Akıntıburnu’na varıyoruz.
Boğaz’ın o hırçın akıntısı, anaforlarla çatıştıkça, hakikaten denizin üzerinde dönen ayna misali geniş düzlükler oluşuyor. İşte bu aynalarda, evvel zaman suretleri bir görünüyor, bir kayboluyor... Akıntının uğultusu içinde sesleri duyuluyor ve sonra boğuluyor... Bir an geliyor denizin üzeri dönüp duran aynalarda bir görünüp bir kaybolan siluetlerle doluyor: Io, Rheia, Iason, Polibios, Aziz Mikhael,Byzantionlu
Dionysios, Prokopios, Promotus derken Sultan II. Beyazıd, Yeniçeri ağası Hasan Halife, Sultan III. Selim, Beyhan Sultan, Halil Hamid Paşa, Sadrâzam İzzet Mehmed Paşa, Sultan II. Mahmud, Mihrimah Sultan, Mehmed Said Paşa, Atiyye Sultan, Ahmed Fethi Paşa, Seniyye ve Feride Hanım Sultanlar derken İbrahim Âli Bey, Recep Zühtü Soyak, Medeniye Aşan, Özdemir Birsel, Belgin Doruk, Cahit Uçuk, Murtaza Sadık Kağıtçı ve daha niceleri gün geliyor Akıntıburnu’ndan gelip geçiyor...
Arnavutköy ile Bebek arasından, Akıntıburnu’ndan akıp da geçen zamanın sesine kulak verelim... Gelin bu aynalardan yansıyan evvel zaman suretlerini ve akıntının çağıltılı hoplayışları arasından duyulan hikâyelerini birlikte dinleyelim...
Akıntıburnu'ndan akıp geçen zaman...
Hestiai'dan Akıntıburnu'na...
MÖ 140’da Hestiai adıyla anılan Akıntıburnu’nda Tanrıların Anası adına adanmış bir tapınak vardı. MS 389 yılında Konsül Promotos’un villasının bulunduğu bu yerler konsülün adına atfen Promotu olarak anılmaktaydı.
4.yy’da Konstantinopolis’in kurucusu I. Constantin tarafından yaptırılan Ayios Mikhael Kilisesi, 6.yy’da İmparator Iustinianos tarafından yeni baştan yaptırılmış; 12.yy’da ise İsaakhios Angelos tarafından onartılmıştı. Vaktiyle Hestiai, Promotu, Mega Rheuma (Büyük Akıntı), Mikhaelion adlarıyla anıla gelen Akıntıburnu hakkında Osmanlı kaynaklarında 1498 yılına ait ilk kayda, sözkonusu kilisenin adandığı Baş Melek Mikhael’e atfen "ruh-ı latif" yani "bedensiz" anlamındaki Asomaton adıyla rastlıyoruz.
Hasan Halife...
Sultan II. Selim (slt. 1566-1574), 1567 tarihli bir fermanla Arnavutköy-Bebek sahil şeridinin gerisindeki yamaçları çevreleyen ve mülkiyetinde olan bu ormanlarda avlanma yasağı koymuştu. 1620-1631 yılları arasında Sultan IV. Murad (slt. 1623-1640) tarafından Yeniçeri ağası Hasan Halife’ye ihsan olunan bu yerler, 1631 yılında Hasan Halife’nin bir isyan sırasında katledilmesinin ardından Sultan IV. Mehmed (slt. 1648-1687) zamanında miriye geçti.
Sultan III. Ahmed’in (slt. 1703-1730) saltanatında 1724/25 tarihinde Hasan Halife Bahçesi’nden Kayalar Köyü’ne kadar kıyı boyunca ve arka tepelerdeki hazine arazisi Sadrâzam Nevşehirli Damad İbrahim Paşa tarafından parsellenerek isteyenlere satıldı.
İzzetâbâd Kasrı...
Sultan III. Selim’in ihsanıyla bu parsellerden birinin sahibi olan Sadrâzam İzzet Mehmed Paşa, sahilhânesinin üst setinde yer alan arazi içinde padişaha mahsus olarak inşa ettirdiği bîniş (seyir) kasrına, Sultan III. Selim’in (slt. 1789-1807) hangi gün teşrif edeceğini Silahdâr Ağa’ya yazdığı bir mektup ile sormuştu.
"Padişah’ın Silahdârı ağa hazretlerine
Padişahımızın ihsanıyla sahip olduğum Hasan Kalfa isimli yerde olan sahilhâneyi gezmek için ilkin vardığımda bahçesi arkasında olan yeri de görüp gezerek sözkonusu yer, manzaralı ve etrafa bakışı güzel bir yer olduğundan padişahımız efendimiz hazretlerinin bazen bîniş yoluyla teşrifleri için bir kasır yapılsa belki teşrife arzu buyururlar düşüncesiyle adı geçen yeri düzleştirip ve bir güzelce plan ve yapı ile bir kasır yapılmasına başlanmıştı. Şimdi adı geçen kasır tamamıyla sona ermiş olup zannıma göre ferahlık veren bir gezinti, seyir yeri olmakla bîniş günlerinin birinde adı geçen kasrı teşrifleri yürekten emelimiz olup bu isteğimi bizzat arz etmek padişahımızın başını ağrıtır düşüncesiyle bu konuya şahsınızı vekil eylediğime dayanarak ricamızı padişah efendimize layık ve uygun ifadelerle açıklayıp arz ederek hangi gün teşrif buyurulacağını tarafımıza yazıyla haber vermenizi rica ederim."
Gelen yazılı cevapta 7 Eylül günü Sultan III. Selim’in bîniş (seyir) yoluyla İzzetâbâd Kasrı’na teşrif buyuracakları bildirilmişti. Böylelikle Sadrâzam İzzet Mehmed Paşa, üç dört gün evvelinden ziyafet hazırlıklarını başlatmıştı.
Böylelikle ilk kez 7 Eylül 1797 (15 Rebiyülevvel 1212) Perşembe günü Akıntıburnu’nda Hasan Kalfa adıyla anılan yerde bulunan Sadrâzam İzzet Mehmed Paşa’nın sahilhânesinin üst setindeki bu düzlükte inşa ettirdiği kasrı ziyarete gelen Sultan III. Selim Han, evvela Sadrâzam’ın sahilhânesine şeref verip bir süre istirahat ettikten sonra ata binerek Sadrâzam’ın Hazînedâr ve Mührdâr ağalarının birer yanında buhurdan çekmek suretiyle refakatleriyle yukarıdaki İzzetâbâd Kasrı’na çıkmış; Sadrâzam, burada üzengisini bizzat tuttuğu alâ donanmış bir at ve de kıymetli bir bohçayla mücevherli bir saati Hazînedârı Ali Bey eliyle Sultan III. Selim’e takdim etmişti. Vâlide Sultan için doldurulmuş pek kıymetli bir bohça da huzura getirilerek arzedip gösterilmiş; maiyette bulunan Dârüssaâde ağasına ve Silahdâr ağaya ve başka Enderûn-u Hümâyûn ağalarına da başka başka bohçalar içinde İzzet Mehmed Paşa tarafından pek kıymetli hediyeler takdim olunmuştu. Padişah da Sadrâzamı’na samur bir kürk giydirip adamlarına da bahşişler ihsan etmişti. Dağıtılacak bohça ve bahşişler, Silahdâr ağa tarafından bölüştürülüp dağıtıldıktan sonra kasrın eteğindeki meydanda testilere kurşun atılıp, pehlivan güreştirilerek mûsikî fasıllarıyla eğlenilmiş; yemekten sonra ise ikindi namazı kılınıp yağmurlu bir havada denizden Beşiktaş Sahilsarayı’na dönülmüştü.
Sultan III. Selim, hemen ertesi günü sadrâzamını taltif etmek üzere yazdığı hatt-ı hümâyûnda şöyle buyurmaktaydı: “Benim sadık ve iyi yaradılışlı vezîrim, müceddeden bina ve ihya eylediğin nüzhetgâh gayet müferrih ve mahallinde olduğundan haz eyledim. Dünkü gün bînişle varıp teferrüc ve sefa eyledim. Takdim eylediğin hedayadan mahzuz oldum. Doğrusu tam mahallinde nezareti hoş mesire olmuş. Haktaâla safayı hâtır verip sair hidematı devletimde dahi nice nice mahânisine muvaffak eylesin âmin.”
Beyhan Sultan Sahilsarayı...
27 Mayıs 1798 günü Arnavutköy’de çıkan yangın hemen hemen bütün Arnavutköy semtinin ve Akıntıburnu’nu aşarak Beyhan Sultan Sahilsarayı ile birlikte hemen üst setinde yer alan İzzetâbâd Kasrı’nın da yanmasına neden olmuştu.
Kısa bir süre içinde Sadrâzam İzzet Mehmed Paşa tarafından yeniden inşaasına başlanılan kasrın inşaatının tamamlanması üzerine 19 Ağustos 1798’de Sultan III. Selim tarafından ziyaret edilen İzzetâbâd Kasrı, Sultan III. Selim ve sonraları Sultan II. Mahmud (slt. 1808-1839) tarafından da teşrif-i hümâyûn için pek çok defalar kullanıldı. 30 Ağustos 1798 günü sadrâzamlıktan azledilerek Sakız’a sürülen İzzet Mehmed Paşa ise sürgünün çevrildiği Manisa’da 18 Eylül 1812 tarihinde vefat etti.
Mihrimah Sultan ve Mehmed Said Paşa...
İzzetâbâd Kasrı’nın sahilinde 1800-1804 tarihleri arasında Mimarbaşı Mustafa ve Şehremini Hayrullah Efendi tarafından inşası bitirilen ve yine Beyhan Sultan’ın ikâmetine tahsis olunan Arnavutköy Akıntıburnu Sarayı, 1836 yılında Sultan II. Mahmud’un kızı Mihrimah Sultan ile eşi Mehmed Said Paşa’ya tahsis edilmişti.
Atiyye Sultan ve Ahmed Fethi Paşa...
Sultan Abdülmecid (slt. 1839-1861) devrinde 1840’larda yıktırılarak yerine yine sahilsaray olarak inşa edilen Çiftesaraylar, bu defa da Sultan II. Mahmud’un kızlarından Atiyye Sultan ile eşi Ahmed Fethi Paşa’ya tahsis olunmuştu. 11 Ağustos 1850 günü Atiyye Sultan’ın vefatı üzerine kızları Seniyye ve Feride Hanım Sultanlar ilkin Emirgân’daki Fer’iyye Sarayı’na, bu sahilsarayın Sultan Abdülaziz tarafından Mısır Hıdivi İsmail Paşa’ya tahsis olunmasıyla buradan çıkarak Meclis-i Vâlâ reislerinden Rıfat Paşa Yalısı’na geçmişlerdi. Bu sırada Çiftesaraylar, devlet misafirlerine mahsus bir saray olarak kullanıldı. 1865 yılında Mısır Hıdivi’nin validesi Hoşyar Hanımefendi burada doksan altı gün konuk edildi. Bir süre de Mahmud Paşa’nın ikâmetine tahsis olunan Çiftesaraylar, sonra tekrar Seniyye ve Feride Hanım Sultanlar’a iade edildi.
Seniyye ve Feride Hanım Sultanlar...
Çiftesaraylar’ın üst setindeki İzzetâbâd Kasrı’nın yerine 1890’ların sonuna doğru inşa edilen ikiz köşkler de Seniyye ve Feride Hanım Sultanlar’a tahsis olunmuştu. Seniyye Hanım Sultan’ın 16 Ocak 1913, Feride Hanım Sultan’ın ise 15 Kasım 1920 tarihlerinde vefatlarının ardından sahilsaray ile yukarısındaki sette yer alan köşkler, 1 Aralık 1920 tarihinde Mülga Hazine-i Hassa Müdiriyeti Umumiyesi’ne geçti. 15 Temmuz 1922 günü Paris’ten Dersaadet’e gelen eski İran Şahı Mehmed Ali Han, bir müddet bu sahilsarayda konuk edildi. Hükümet-i Milliye tarafından 1923 yılında Çiftesaraylar, Hermann Tütün Deposu’na, üst setteki ikiz köşklerin birleştirilmesiyle oluşan 7 numaralı büyük ahşap köşkün bahçe duvarına bitişik olan ahşap hâne ise Mehmed Bey’e kiralandı.
15 Eylül 1925 tarihinde Seniyye ve Feride Hanım Sultanlar kaydından ayrılan 7 numaralı ahşap köşk, 22 Aralık 1925’te Emlak-ı Milliye, 27 Şubat 1926 tarihinde Hazîne-i Maliye, nihayet 2 Ağustos 1927’de ise Emlak ve Eytam Bankası’na devredildi. 1929 yılında köşkte kiracı olarak avukat İbrahim Âli Bey oturmaktaydı.
(Feyziâti) Boğaziçi Lisesi...
14 Haziran 1931 tarihinde yarı hissesi Fethi Paşa veresesinden Evkaf Umum Müdürlüğü’ne geçen ve 8070 lira bedelle Divanyolu’ndaki binası yanan Feyziâti Lisesi’ne kiralanan Çiftesaraylar’ın, beş senede beş eşit taksitle kendisine satılmasını talep eden, aynı zamanda hissedarlardan hisse satın almak suretiyle hissedarlar arasına girmiş bulunan Kudret Azmi Bey’e mülkün vakfa ait yarı hissesinin de teklif ettiği 66.000 lira bedelle verilmesine Hükümet-i Milliye tarafından Mustafa Kemal imzalı bir yazıyla karar verildi. Bu tarihten sonra Boğaziçi Lisesi adını alan ve pek çok öğrenci yetiştiren lisenin kapanmasının ardından yeniden tütün deposu olarak kullanılmaya başlanan Çiftesaraylar, Adnan Menderes’in başbakanlığı sırasında Boğaziçi yollarının genişletilmesi planı uyarınca 1958 yılında yıktırıldı!
Recep Zühtü Soyak...
Çiftesaraylar’ın bir üst setinde yer alan köşkü ise 18 Temmuz 1934 günü Atatürk’ün yakın çevresinden Recep Zühtü Soyak, Emlak ve Eytam Bankası'ndan sekiz taksitle toplam 22.800 liraya satın almıştı. 10 Şubat 1935 gecesi on yıldır birlikte yaşadığı sevgilisi Medeniye Hanım’ı vuran Recep Zühtü Bey, 12 Şubat günü Medeniye Hanım'ın Fransız Pasteur Hastahanesi'nde vefatı sonrasında, Medeniye Hanım’la birlikte oturmak hayaliyle aldığı bu köşkte bir süre kalamayarak köşkü annesi Fatma Hanım, babası Hasan Basri Bey ile kız kardeşi Nikbahat Hanım ve yeğeni Nezihe (Uzmay) Hanım’a tahsis etti. Nezihe Uzmay ile Demirtaş Draman'ın dillere destan aşklarına sahne olan bu köşkte 23 Nisan 1941 günü nişan törenleri yapıldı. 25 Aralık 1963 tarihinde Recep Zühtü Bey’in, bakma akdiyle eşi Nahide Soyak’a devrettiği köşk, 22 Ocak 1964 günü Özdemir Birsel ve ağabeyi Nüzhet Birsel’e satıldı.
Belgin Doruk ile Özdemir Birsel...
Birsellerin yaz aylarında oturdukları köşk, aynı zamanda başta Özdemir Birsel’in eşi Belgin Doruk olmak üzere bir çok sanatçıya ve de filme ev sahipliği yaptı: İlk Göz Ağrısı (1963), Sevgilim Artist Olunca (1966), Ben Bir Kanun Kaçağıyım (1966), Zorba (1966), Yıkılan Gurur (1967), Atlı Karınca Dönüyor (1968), İncili Çavuş (1968), Kanlı Nigâr (1968), Kâtip / Üsküdar'a Giderken (1968), Menderes Köprüsü (1968), Paydos (1968), Ayşecik/ Yuva'nın Bekçileri (1969), Şahane İntikam (1969), Gönüller Fatihi Yunus Emre (1973), Yunus Emre (1973).
Cahit Uçuk ile Murtaza Sadık Kağıtçı...
Ece Ajandaları’nın sahibi Murtaza Sadık Kağıtçı, 1 Ekim 1968’de satın aldığı köşkü, 1975 yılında yıktırarak yerine Vezir Sitesi’ni inşa etmek istese de değişen Boğaziçi İmar Yasası buna izin vermedi.
H. Bayraktar Yatırım Holding...
1 Ağustos 1989 tarihinde köşkün arsasını satın alan Hüseyin Bayraktar, 1992 yılında bu yeri Laskay Lastik Sanayi A.Ş. üzerine devredip köşk öncesi İzzetâbâd Kasrı’nı yeniden inşa ederek H. Bayraktar Yatırım Holding’in merkezi haline getirdi…
***
İzzetâbâd Kasrı’nı İstanbul’un siluetine yeniden kazandıran H. Bayraktar Yatırım Holding A.Ş.'nin, Akıntıburnu sırtında saat gibi çalışırken bir akıntı aynası açılıyor Akıntıburnu sahilinde aniden... İzzet Mehmed Paşa’nın 1797’de, İzzetâbâd Kasrı ile aynı tarihte, bu defa Safranbolu’da yaptırmış olduğu saat kulesinin 1965’ten bu yana bakım ve onarım işini gönüllü olarak üstlenen kundura ustası İsmail Ulukaya, yine bu pazar günü elinde saatin orjinal anahtarı ağır ağır çıkıyor kulenin merdivenlerinden... Geçen zamanın sesi yankılanıyor çok uzaklardan, “Akıntıburnu’ndan akıp geçen zaman...”ın tüm anlarının anısına...